Kötülükleri bitiremeyiz ama iyilikleri çoğaltabiliriz!..
İyiliklerle yüreklere yürüyebiliriz!..
İyiliklerle itikadımızı yeniden tazeleyebiliriz!..
İyilerin ve iyiliklerin egemenliği için çalışabiliriz!..
İyi olan, doğru olan, asil olan ne varsa hepsi birden İslam'dır...
İslam'a gönül vermiş hayatını adamış olan insana Müslüman denir!..
Müslüman kötüyü değil iyiyi, çirkini değil güzeli, eğriyi değil doğruyu, batılı değil hakkı tercih eden kimsedir!..
Müslüman ya kendini adayandır Hanne gibi, ya adak olandır Meryem gibi, yada adananlara bahçevan olandır Zekeriyya gibi!..

“Değişmeyen tek şey değişimdir!” derler ya. İnsan değişiyor. İnsan gelişiyor. İnsan her geçen gün daha güzel insan olmak için değişime ayak uydurmuyorsa insan mıdır?..
İnsan arınmalı. Kalbini, gönlünü, ruhunu 
ve tüm benliğini her tür pisliklerden, kirlerden, şerlerden ve nahoş olan şeylerden arındırmalı. Arındırmazsa insan insan mıdır?
İnsan dertlenmelidir. Derdi olmalı insanın. 
Hatta bir davası. Hem de haklı bir davası. Hakkı üstün tutan davası. Hak için yola koyulmalı insan. İnsan hakka boyun eğmezde batılı yüceltmek için çabalarsa insan mıdır?
İnsan konuşmalı. Bazen bir göl kenarında bazen bir çöl ortasında. Ama mutlaka konuşmalı. Hem kendi kendisiyle hem de kendine iyi gelen birisiyle. Cümleler kısa ama düşünceler uzun olmalı. Olmalı ki insan hem kendini bulsun hem de aradığı neyse onu!..
Her mevsim kendi rolünü oynar. Niye insan kendi üstlendiği rolünü oynamaz. Niye duvarlar örer kendi rolü ile arasına acaba?

Unutmayalım ki; Allah rolleri dağıtmaz, rolleri tanıtır.

Ayet çok çarpıcı.Sizi, yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerle denemek için bazınızı bazınıza derecelerle üstün kılan, O'dur!”(En’am Sur, 6/165)

Allah(cc) insanı yeryüzünün halifesi kılmış, ona iktidarlar vermiş, ona güç, iktidar, servet, zeka, sosyal statü, bilgi ve karakter vererek yaşadığı dünyaya mirascı kılmıştır.
İnsan üstlendiği rolün Habilleşmek yada Harunlaşmak olduğunu neden idrak edemez?
Halbuki insan kendi kendine yettiğini zannederek, nefsini ilahlaştırarak/putlaştırarak, ille ben ille ben diyerek, 
kendini hakikatin merkezine oturtarak, tüm gelişmeleri kendinden menkul görerek, kibir abidesi kesilerek, bilinç alaborasına tutularak, akıl tutulması yaşayarak, vahye yabancılaşarak kendi üstlendiğini rolüne nasıl ihanet edebilir ki?..
İnsan sevgisiz, görgüsüz, ilgisiz, duyarsız yaşayarak, içinde kin nefret öfkeyi büyüterek, nezaketten görgüden letafetten yoksun olarak, kaba nobran ve iğreti davranarak ne kadar insan kalabilir ki?..
İçinde renk olmayan insan dışarda ne diye gökkuşağı arar ki?
İçi simsiyah olan insanın dışına rengarenk yansıması mümkün müdür?..