Çocukluğumuzdan beri bizlere öğretilen beş duyumuz, somut olarak algıladığımız, dış dünyayı fark etmemizi sağlayan organlarımızı biliyoruz. Girdiğimiz sınavlarda bile bazılarımızın kafalarını karıştıran bir konu oluveriyor, somut ve soyut kavramlar.

İşitiyoruz, bakıyoruz, tadıyoruz. Ancak, gerçekten baktığımızı görebiliyor muyuz? İşittiğimizi duyabiliyor muyuz? Yediğimiz ve içtiklerimizin tadını aldığımız gibi, mutluluğun, acının tadını alabiliyor muyuz? Kulaklarımız var fakat, ağzımızdan çıkanları duyuyor muyuz?

Fiziksel beş somut duyu organımızın yanında, beş soyut olarak hissedebildiğimiz, duyularımızın var olduğunu düşünenlerdenim. Altıncı his diye ifade ettiğimiz kavramları, fiziğimizin yanında özümüzün, insan gönlünün hissettiği duyuları idrak edebiliyor muyuz?

“Dost dost diye nicesine sarıldım, benim sadık yârim kara topraktır.” diyen Âşık Veysel’in şiirlerini yazarken, can gözünün görerek yazdığını düşünenlerdensiniz.

İşitme engelli besteci Beethoven in duyarak beste yaptığını mı sananlardansınız?

Ben görme engelliyim, birçok işitme engelli dostum var. Geçenlerde hastanede ameliyat olduğumda, işitme engelli abim, Mustafa Epik bana refakat etti. Biz her konuda çok iyi anlaşıyoruz. Beraber geziyor, iş yerinde aynı ortamı paylaşıyoruz.

Bir şiirimde demiştim ki;

Her gözü görmeyeni kör sanmak yanlış bir fikir.

Dil söylemezi lal sanma gönüller çeker zikir.

İnsanlara kızdığımızda “gözümden düştü” diyoruz. Sonra yine affediyoruz. Ancak gönlümüzden düşenleri ne yapıyoruz? Gözden düşmekten tedirginiz ama gönülden düşmek daha tehlikeli.

Göze girmek tekrar mümkündür ama kalpten düşenin nedamettir ahvali.

Evliyalar, hikmet ehli zatlar, insan gönlünü Kâbe’ye benzetiyor. Gönlü kırmanın, incitmenin Kâbe’yi yıkmaktan daha kötü olduğunu söylüyor. Yunus Emre Hazretleri şiirinde; “Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil” diyor.

Rabbimiz insanı eşref-i mahlukat olarak tarif ediyor. O yüzden, insanları sadece beş duyudan ibaret görmek, basitliktir diye inanıyorum.

Hazret-i İsa camide elsiz, ayaksız, gözü görmeyen bir adamı sürekli şükrederken görünce; “Kardeşim, elin ayağın yok, gözün görmüyor ama yine de şükrediyorsun” diye sorunca? “Rabbimiz bizi insan olarak yaratmış, onu anacak bir gönül vermiş, şükür etmeyeyim mi?” cevabını alıyor.

Gözü görmeyen engel tanımıyor; şiirde, sanatta ustalaşıyor, Veysel oluyor. Devlet yönetiminde, Peygamber efendimize vekâlet edip, Abdullah İbn-i Mektum oluyor. Cemil Meriç en büyük edebî eserlerini gözünü kaybettikten sonra verdiğini söylüyor.Mitat Enç, Uzun Çarşının Uluları kitabında Gaziantep’i, görüyormuş gibi anlatarak tasvir ediyor. Yürüme engelli vatandaşlarımız, parelimpik sporlarında dünya ikincisi olarak ülkemizi en iyi şekilde temsil ediyor.

Soruyorum size; engel bedende mi, yoksa gönüllerde mi?

Peki siz fiziksel engelsiz diye tabir ettiklerimiz, ön yargılarla neden engelli dediğiniz insanlara engel koymaya çalışıyorsunuz?

Biz engellilerde de sizler gibi başarılı insanlar olduğu gibi, işini beceremeyenlerimiz, hile yapanlarımız, görevi aksatanlarımız oluyor. Çünkü siz de insansınız, biz de insanız. Fiziksel kusurlar, insan olmaya engel değildir.