Kolay zannedilmesine rağmen, Dünyada en zor işlerden biride insanı tanımaktır. Bazen bir ömür beraber olunan kişinin seneler sonra gizli, saklı yönlerini keşfederiz ve “ben seni hiç böyle bilmiyordum” deriz. İnsanoğlunu en iyi tanıma yerlerinden biri, belki de birincisi cezaevleridir. Cezaevinde, çok kısa zamanda yanında kalan arkadaşının içyapısını, cesaretini, korkaklığını, cömertliğini, cimriliğini ve daha birçok karakter özelliklerini anlayabilirsin. On iki Eylül İhtilalinden öncede bir sene cezaevinde kaldığım için, insanları tanıma hususunda biraz tecrübe sahibi olmuştum. İhtilalden sonra Obacı arkadaşlarla beraber Erzurum Sıkıyönetim cezaevine giderken arkadaşlara nasihat ederek “Cezaevinde karşılaşacağınız her kişiye hemen güven duyup sırrınızı açmayın; Birkaç gün sonra o kişiyi tanıyınca keşke bu kişiye o, söylediklerimi anlatmasaydım diye pişmanlık duyarsınız” dedim. Bu ikazı yapmama rağmen, Erzurum cezaevine girdiğimiz günün ilk saatlerinde bizim arkadaşlar orada bulunan üç-beş kişiye bütün hikâyelerini anlatmışlardı.

Bizden evvel içeride yatan tutuklulardan biri vardı ki, Türkiye çapında bir dolandırıcı imiş. İsmi Maksut Elagözoğulları olan Artvin’in Şavşat kazasından, bize göre de yaşlı olan bu şahıs; Koğuşa Asker gardiyanlar girince, hemen kapının önüne koşuyor, selam dur vazıyeti alıp, şöyle tekmil veriyordu: “Sekizinci koğuş, seksen yedi tutuklu ile görüşünüze hazırdır komutanım.” Sonra rahat vaziyet alıp:

“Komitanlarum, bu Sivaslilar Allah-un adamidurlar; Yemezler, içmezler ibadet ederler. Bunlardan bir hata sudur ederse bunları dövmeyeceksünüz; Bunların yerüne benü döveceksünüz.”

Hakkımızda bu övücü sözleri söyleyen Maksut Emmiyi dinleyen, bizim saflar, “Yahu ne adam, bizim için ne fedakârlıklarda bulunuyor” diyorlardı ve daha çok ona inanıp, güveniyorlardı. Maksut Emmi de güvenilmeyecek gibi değildi. O sıkıyönetime rağmen, cezaevinde dilekçe yazmak için, üç ciltlik Caza kanunu şerhi ile birde daktiloyu içeri sokmuştu. Hukuktan bi haber, cahil birisi olmasına rağmen, kendisine Avukatlık süsü veriyor ve tutuklulara dilekçe yazarak, yolunu buluyordu. Aynı taktiği bizim arkadaşlara da uygulamış ve tuzağına düşürmüştü. Tuzağa düşenlerde öyle sıradan birileri değil, bunlar dışarıda, devlet dairelerinde Müdürlük, Şeflik yapan tecrübeli memurlardı. Maksut Emmi bu davranışları ile güvenlerini kazandığı için, bizimkiler hemen yanına. Sokulmuşlar, Mahkemede yapılan eksiklikleri bir-bir saymışlar, suçsuz yere nasıl cezaevine düştüklerini bir güzel anlatmışlardı. Bizimkileri dinleyen Maksut Emmi, şöyle arkasına yaslanmış, biraz düşündükten sonra müjdeli haberi vermiş:

“Ben sizi buradan tez zamanda kurtarurum, kırk çift camuz koşsalar, sizi burada tutamazlar. Siz yetmiş dört kişisiniz; Her birinize ayrı dilekçe yazarak Adalet Bakanlığı Müfettiş ve Müşavirlerini cezaevine getirtirim; Dosyalarınız Yargıtay-a gitmeden gerekli incelemeyi burada yaptırır, buradan tahliye ettiririm” demiş.

Bu müjdeli haberi alan bizim memur arkadaşlar çok sevinmişler ama bir taraftan da yetmiş dört kişiyi bin beş yüz lira vererek dilekçe yazdırmaya nasıl razı edecekler, onu düşünmeye başlamışlar. Bir memur maaşının üç bin lira olduğu o günlerde istenen para azımsanmayacak kadar bir meblağ oluşturuyordu. İçlerinden birisi, Maksut Emmiye demiş ki: “İçimizde iki arkadaş var, Birisi Bekir Çöl Hoca; İdamla yargılanırken, sekiz sene ile kurtardı. İkincisi ise Mustafa Kartalcı; Ülkücü memurların dernek başkanı iken altı sene ceza aldı. Dilekçelerin yazılmasına bunlar razı olursa diğerlerini de bunlar razı ederler” demiş. Bu bilgileri alan Maksut Emmi bize şöyle seslendi:

Yahu, bir Bekir Hoca varmış, idamdan yırtmış, sekiz sene ile kurtarmış; Bir de Kartalcı varmış, oda altı sene ile buraya gelmiş, gelsinler yanımıza bir tanışalım, görüşelim. Anladım ki, bizimkiler kendi hikâyelerini anlatmakla kalmamış, bizimle ilgili bildiklerini de anlatmışlar. Maksut Emminin bu seslenmesine; “Sen kimsin Emmi, bizim hikâyelerimizi nerden öğrendin?” diye sorarak yanına vardım, ceza kanunu kitaplarını görünce sorularıma bir ilave daha yapıp, “sen Avukat mısın?” dedim. -Evet Avukatım. -Suçun ne? -Rüşvet almak. Avukat Rüşvet almaz ki diyecek oldum. -Uzun hikayedür, sana sonra anlaturum” dedi. Sonra memur arkadaşlarımızı kurtarmak için yazmak istediği dilekçeden bahsetti. Bu kişi hakkında diğer koğuşta yatan o zaman ki Erzurum Ocak başkanı, günümüzün iş adamı Muammer Cındıllı bilgi verdiği için nasıl birisi olduğunu biliyordum. Bildiklerime güvenerek kulağına eğilip, “Sivaslılara üçkâğıt yapan hemen cezasını görür” dedim. Benden bu sözü duyan Maksut Emmi yine geriye yaslandı ve ağzından şu-kelimeler döküldü: Ben kimseye dilekçe yazmam” dedi.