"Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek: Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!" der Üstad Mehmet Akif ERSOY.

İnsan Allah(cc)’ın yarattığıbir şaheserdir. Adem(as) ilebaşlar insanlık serüveni. İlk insandan başlar hakikat tarihi, yani hakikatin bilinişi. İnsan, kendini hakikate adadığı, ruhunu ona açtığı ölçüde insandır. Hakikatten daha üstün birşey yoktur hatta hakikat paradan daha değerlidir. Hakikat insanın ödenen tüm bedeldeğer gerçek hazinesidir.

Çok uzak milletlerden ve bizden farklı toplumlardan gelmiş olsa da hakikati, güzel kabul etmekten ve nereden gelirse gelsin ona sahip çıkmaktan utanmamalıyız. Çünkü hakikati arayan kişi için hakikatten daha değerli/öncelikli bir şey yoktur.

Hakikati arayan insan, her sese kulak verir, herkesi dinler. Aklına, kalbine, ruhuna danışır. Dinlediği her seste hakikatin bir tınısı var mı diye bakar. Bir kuş sesinden, bir kaplumbağa sesinden, bir çakalın sesinden öğütler dinler. Kötü insanın sesini, iyi insanın sesinden ayırır, ikisinden de ders çıkartır. Hakikat, doğada duyulan tüm seslerin ortak bestesidir. Hakikat ehli buna bir kanarya gibi karşılık verir.

Hakikati arayanların kaygıları vardır. Onlar, peşinde oldukları hakikati her yerde ararlar, gaflete düşüp de, kaçırmaktan korkarlar. Hakikat onlar için ışıktır, pervane gibi her daim onu takip ederler.

Hakikat tekdir, ama hakikate ulaşmanın yolu tek değildir. Hakikat, asla kalabalıkların etrafında toplandığı bir şey değildir. Hak yolunda hakikatevarmak sözle olmaz, inandığını yaşamakla olur. İnsanlar hakikati sadece kendilerinin bildiklerini sandıkları için birbirlerine zulmediyorlar.

Peki Hakikat nasıl yaşar?

Elbette ki sahteleri yok ederek yaşar. Küçük bir hakikatbüyük bir yalandan iyidir. Prof. Dr. Kemal SAYAR der ki; "Bırak hakikat incitsin seni, bir yalan avutacağına. Bırak, kendin olduğun için sevmesinler, başkası olduğun için alkışlayacaklarına!"

Bilinmelidir ki; İslâm’a göre Hakikat, hiçbir kimsenin, hiçbir mezhebin, cemaatin ya da tarikatın tekelinde değildir. Mü’mine düşen görev, hakikati kendi avucunda görmek ve insanları kendi hakikatine davet etmek değil, daima hakikatin yolunda olmaktır.

Bu konuda merhum Prof. Dr. Hasan ONAT hocanın şu tesbitini önemsiyorum; "Doğru ve hakikat anlayışınızı ideolojiniz, mezhebiniz, siyasi eğiliminiz belirliyor ise, esen rüzgara göre tavır geliştirmeniz kaçınılmazdır; sizi siz yapan ilkeleriniz ve hakikat arayışınız ise, özgürlük en kıymetli hazineniz olacaktır. İlkesiz olmak omurgasız ve ilkel olmaktır!"

Unutmayalım ki;

Hakikata taraf olmayan insan, tutkularının taraftarı olur! Peki, Dücane CÜNDİOĞLU’nun dediği “Sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz?” Hakikate taraf olmak varken, acizliğe, tembelliğe, iradesizliğe ve bilgisizliğe prim vermekte neyin nesi? Hatta bunların hepsinden daha korkunç olan hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı da neyin nesi?

Son söz;

Hakikat, insan olan insanı nasıl korkutabilir ki?"