Hafik’e gelmiştik ki, yine o pis bıyıklı solcu polis, “komiserim şu hükumet binası önünde duralımda bir falaka felan alalım. Bu halk düşmanlarını yolda biraz ıslatalım” dedi ve orada durdular. Bir polis arabanın yanında kaldı diğerleri hükumet binasına gittiler. Arabanın şoförü karayollarında çalışan bir sivilmiş, arabada emniyetin emrinde çalışsın diye sıkıyönetime tahsis edilmiş. Şoför arka tarafa yanıma gelerek, “Bekir abi sen korkma ben seni dövmelerine müsaade etmem” dedi. Beni mahalleden tanıyormuş. Bu arada eski ülkücü memurlar derneği Başkanımız ve eski nüfus müdürümüz Hafik te bizi görünce yanımıza gelmek istedi. Arabayı bekleyen polis silahın dipçiği ile vurunca arka üstü devirdi. Biraz sonra polisler tekrar geldi arabaya bindiler. Yola çıktık ama bir sessizlik var ve ellerinde işkence aleti olacak bir şeyde getirmediler.

Bu sessizlik ile Zara’yı geçtik, İmranlı’ya doğru ilerliyoruz. Milliyetçi olabilir diye düşündüğümüz, kırk yaşlarında ki polis memuru bize dönerek, “Siz onu bunu boş verin arkadaşlar, karnınız aç mı” dedi. Rıfat ağa hemen atılarak, “memur Bey sabahtan bir çorba içmiştik, hep beraber bir yemek yesek iyi olur” dedi. Biraz sonra sağ tarafta bir benzin istasyonun da durduk, lokantasında güzel bir yemek yedik. Hesapları da Rıfat Ağa verince ortalık biraz yumuşadı, işler yoluna girdi ve rahatça yolumuza devam etmeye başladık. Sonradan öğreniyoruz ki, Hafik’te falaka almak için hükumet binasına inen polisler kendi aralarında bunlara ne yapalım diye konuşurlarken bizim milliyetçi bıyıksız polis bizi kast ederek, “Eğer siz o ülkücü gençleri falakaya yatırır döverseniz, bende o solcu genci öldürürüm. Sizde onun ölüsünü teslim edersiniz” demiş. Diğerleri de bir şey diyememişler ve bizi dövmekten vazgeçmişler.

Erzincan’a yaklaştık, yolda bir düğün alayına rastladık. Düğün kâhyası biraz çerezle beraber bir kiloluk rakıyı getirip komiserin önüne koydu. O pis bıyıklı polis bu seferde, “Komiserim şu babayiğit şişeyi devirelim de öyle gidelim” dedi. Üzerinden işkence korkusunu atamayan Rıfat emmi: “Eyvah bunlar kafayı bulurlarsa bizi öldürürler diye yakınmaya başladı. Şükür ki, bizim milliyetçi polis yine devreye girerek, “Vazife başında içki içilmez, arkadaşları yerlerine teslim edelim gelirken içersiniz” diyerek içmelerine mani oldu. Bu duruma canı sıkılan pis bıyıklı polis, solcu gence: “Sen ne yaptın lan anarşist! Mao’cu musun, Leninci misin anlat bakalım” dedi. İsminin Y. Akay olduğunu sonradan öğrendiğimiz solcu genç, “Benim bir suçum yok, Şarkışla ve köylerinde dergi dağıtıyordum, beni yakaladılar” dedi. Dağıttığı dergi pis bıyıklı polisin fraksiyonuna uymadı ki gencin suratına elinin tersi ile öyle vurdu ki ağzından, burnundan kan akmaya başladı. Arabanın içine kan akmasın diye durdular. Aşağı indik, ilkbahar olduğu için ekinlerin boyu bir karış uzamıştı. Oradan bir tutam ekin aldım, gencin ağzını, burnunu temizledim. Ve böylece yolumuza devam ederek Erzincan’a vardık ve askeri cezaevine teslim olduk.