Somuncu Baba halk içinde hak ile olmaya gayret eden, bir Allah adamıdır. Merkebiyle dağdan odun getirir, onunla kendi yaptığı fırında tazecik somunlar yaparak geçimini idame ettirirdi. Mübareğin pişirdiği ekmeklerin tadı ve lezzeti şehirde dilden dile dolaşıyor, nasibini almak isteyenler yanında kümeleniyordu. Maddeten ekmekle karnı doyan Müslümanlar, onun sohbetleriyle manevi doyuma ulaşıyor, büyük bir hazza kavuşuyorlardı.Sırtında ekmek küfesiyle satış yaparken birgün şöyle bağırdığı duyulmuştu; “Somun müminler somun, tazeler yirmi lira, bayatlar kırk para.” Bu söyleyiş bir gencin dikkatini çekti ve sordu: “Somuncu Baba, bunda bir yanlışlık yok mu? Hiç bayat ekmek tazesinden pahalı olurmu?” mübarek zat o gence unutamayacağı şu cevabı verdi: “Yok evladım yok! Ben bu sözleri bilmeyerek söylemiyorum. Bayat ekmekleri dün pişirdim. Onlar asr-ı saadete Peygamber efendimizin bulunduğu asra birgün daha yakın. İşte kıymetleri oradan geliyor.”

Ne mutlu kalbinde Allah sevgisi taşıyan ihtiyarlarımıza. Son dönemlerde haberlerde ve sosyal medyada onların incitildiğine, hakarete uğradıklarına şahit oluyoruz. İçimiz acıyor, yüreğimiz sızlıyor. Nerede kaldı Türk töresi, İslam inancı diyoruz, susuyoruz. Sonra da birkaç kişinin yaptığı bütüne mal edilemez ki düşüncesiyle teselli ediniyoruz. Küçükken yaşlıların arasında bulunur, onların sohbetlerini dinler, birikimimi artırırdım. Dedelerimle anneanne ve babaannemle sık sık görüşürdüm. Vefatlarına kadar hep iç içe olmuştum. Babaannemin, dedemin, Anneannemin bakımıyla ailem ilgilenmiş, dualarını almıştı. Edilen duaların yüzüsuyu hürmetiyle işlerim rast gitmiş, eğitim hayatım kolaylaşmış, Rabbimin yardımıyla maddi ve manevi sıkıntılardan arınmıştım. Anne ve babamdan büyüklerimize tazim ve hürmetle ilgili ayet, hadis ve kıssalar dinleyerek gönül dünyamızı zenginleştirmiştim.

Muzaffer OzakHoca,Envaru’l-Kulub kitabında Hazreti Ali efendimiz ve yaşlı bir Mecusiyle ilgili kıssaya yer verir, bizler de paylaşmak istiyoruz. Şöyle ki;

Hazreti Ali (kerremallahuvechehu)Mescid-i Nebevi’ye sabah namazı kılmaya gidiyordu. Önü sıra gayet yaşlı bir zat yürüyordu. Ancak çok ihtiyar olduğundan, İmam Ali Efendimiz o kişinin yaşlılığına hürmeten onun önüne geçmiyor, adımlarını ona uydurarak arkasından yavaş yavaş ilerliyordu. Ne var ki ortalık ağarmaya başlamış, gün doğmaya yaklaşmıştı. Böylece mescidin önüne kadar geldiler. Ve o pir-i fani namazgâha girmeyerek yoluna devam etti. Meğer kendisi Medine-i Tahire’de oturan gayrimüslimlerden bir ihtiyarmış. İmam(radıyallahuanh)Efendimiz mescide girdi ve Peygamber Efendimizi imamette ve rükû hâlinde buldu. AllahuTeala’yahamdü sena ederek kendisi de uydu. Rükûya vardı. Nasıl hamdetmesin ki Server-i Kâinat Efendimiz Hazretlerinin arkasında bir vakit namazı kılamamak ve o müstesna fırsatı kaçırmak, telafisi asla mümkün olmayacak büyük bir kayıp olurdu. Oysa o sabah namazında bazı olağanüstü hâller zuhur etmişti. Peygamberimiz aradan bir hayli zaman geçmesine rağmen rükûda kalmış, sanki Hazreti Ali’yi beklermiş gibi doğrulamamıştı. Nitekim İmam Ali geldikten sonra ayağa kalkarak namaza devam etmişlerdi. Ashap bu durumu sorunca; “Rükûya vardım, tespihlerden sonra başımı kaldırmak istedim. Fakat kardeşim Cebrail kanadını üzerime koyduğundan doğrulamadım, ne kadar zaman geçti bilemiyorum. Cebrail’e bu durumun sebebini sorduğumda; “Ali sabah namazını eda niyet-i halisanesiyle mescidinize doğru gelirken, önüne gayrimüslim bir ihtiyar çıktı. Onun yaşlılığına hürmeten önüne geçmekten hayâ ederek mecburen adımlarını ona uydurdu ve bu yüzden cemaate gecikti. Onun bu hayâsı, bir ihtiyara saygısı Rabbimizin hoşuna gitti. İmamAli’nin cemaate yetişebilmesi için, doğrulmanıza engel olmam için bana Allahım ferman buyurdu.

Gayrimüslim de olsa İslamiyet ihtiyarlara büyük alakayı emrediyor. Dünya sürekli bir değişim içinde, gençler ihtiyarlaşıyor, ihtiyarlar vefat ediyor. Elde bir şey kalmıyor. Dua almak, kubbede hoş bir seda bırakmak amaç olmalı. Hazreti Nuh Efendimiz devrindekiler gibi de uzun bir ömür sürülmüyor. Nuh (aleyhisselam) zamanında bir kadının oğlu öldü. İki gözü iki çeşme ağlıyordu. Bir komşusu taziye için geldi ve onu teselli edip; “Niye bu kadar ağlıyorsun komşu, Allah’ın takdiri böyleymiş, sabret” dedi. Dertli kadın; “Elbette öyledir ama ben ona ağlamıyorum ki.” dedi. “Ya niye ağlıyorsun?” “Yavrum fazla bir gün görmedi de annelik şefkatiyle ağlıyorum.” Komşu kadın merak etti; “Oğlun kaç yaşındaydı ki?” “275”Komşu kadın; “Vah vah! Gerçekten de gençmiş ama yine de şükret. Sen böyle ağlarsan ahir zamanda gelecek ümmet ne yapsın” dedi. Öteki sordu; “Onların ömürleri kısa mı olacakmış?” “Evet 50-60 yıl ömürleri olacakmış.” “Ya peki, onlar bizim gibi ev de yapacaklarmıymış? Acaba” “Hem de kaç tane köşkleri, evleri bile olacakmış. Kadın çok şaşırarak; “Ben onların yerinde olsam kısacık ömürde çadırımın kazığının yerini bile değiştirmezdim.” demiş.