Siz okuyucularıma karşı her zaman samimi oldum. İçimden geçenleri bir sohbet havasında yazmaya çalıştım. Beni okuyanlar arasında tanıdık tanımadık, herkesi dostum bildim. Çevremden, okuyucularımdan özelimle ilgili birçok soru geliyor.

Hayata doğuştan görme engelli olarak başladım. Konya’nın Ereğli ilçesinde doğdum. İlkokulu, Niğde Cemil MERİÇ Körler Okulu’nda, liseyi devlet parasız yatılı olarak, Konya Akşehir Selçuklu Lisesi’nde okudum. Üniversiteyi ise Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde tamamladım.

İlkokul yıllarımda gözü gören arkadaşlarım bazen bana “kör” derler, çevrenin tutumuyla bu cümleye üzüldüğümüz olurdu. Benimle birlikte okuyan arkadaşlarımızın da görme engelli olması, çok fazla hissettirmezdi bize kör oluşumuzu. Fakat ergenlik dönemlerinde kendimizi tanıyınca “neden ben” sorularını az da olsa kendimize sormaya başlamıştık.

Lise yıllarımız, kaynaştırma eğitimle devam etti. Benim gibi görmeyen arkadaşlarımızın içinden gelip gören dostlarla karşılaşmıştık. Birkaç hocamız bizlere, “dışarısı çok acımasız” diyerek korku salmıştı. Kendimi suyun dışarısına atılmış balık gibi hissetmiştim. İlk bir ayım, gözü görenleri tanımakla geçti ama anlatılanların doğru olmadığını gördük. İnsan dış dünyaya karşı samimi ve tedbirli bir şekilde yüreğini açarsa, mutlaka gönüllerin boş kalmadığını öğrendik. Gönül okyanusunda size benzeyen insanlarla mutlaka karşılaşıyorsunuz. Görme engellilikle ilgili sorularımın cevap bulduğu an Hazret-i Eyyüp kıssasını dinlemekle başladı. Daha önce insan bir nasihati ve hikâyeyi dinler, kulak ardı edebilir. Bir gün yaralar o kadar kanamaya başlar ki, o an yarasına merhem olarak kabul etmeyi düşünmediği gün gelir, ona bulunmaz bir şifa oluverir.

Kıssayı bana lisede bir tarih öğretmenim anlatmıştı.

Hazret-i Eyyüp’ün içerisinde bulunduğu zenginlik, evladının bolluğu, yöre halkının ona gıptayla bakmasına sebep oluyor. “Malı var, sağlığı yerinde, peygamberim diyor. O şükretmesinde biz mi şükredelim diye halk içinden geçiriyor, “rahatlığa ve bolluğa herkes şükreder, önemli olan darlık ve sıkıntı zamanlarında şükretmek” diye söyleniyorlar. Rabbim bollukla imtihan ettiği Eyyüp Peygamberi bu sözlere karşı evlatlarını alarak, malını eksilterek, vücudunda yaralar meydana getirerek, sağlığıyla imtihan etmeye başlar. Allahım Peygamberini biliyordur. Sabredeceğine inanıyordur, ama o sabrı bizlere de göstermek istiyor. Hazret-i Eyyüp teslimiyetle, köyün dışında hanımıyla yaşamaya başlıyor. Bir gün yaralar öyle çoğalıyor ki dili de yara oluyor. Ve Hazret-i Eyyüp, Rabbine niyazda bulunur. “Allahım verdiğine razıyım ancak, yaralar dilime kadar ilerledi. Artık seni zikredemiyorum.” der. Yüce Yaratıcımız, Eyyüp’ün bu sabrına ve teslimiyetine karşı, ona tüm malını, evlatlarını ve sağlığını geri verir. Bu hikâye bizi etkilemiş, teslimiyeti öğretmişti. Birçok ders çıkarmamıza sebep olmuştu.

Her ne gelirse Yaradıcımızdandır. İnsan, ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Allah’ın Peygamberi bile olsan, malın, sağlığın gidebiliyor. Her saniyende ve her anında imtihanda olduğunu unutmamalısın. Dost bildiklerin seni terk etse bile, gerçekten, seni Allah rızası için sevenler yanında olmaya devam edeceklerdir. Hazret-i Eyyüp’ü eşi hiçbir zaman terk etmiyor. Peygamber Efendimizin hadisinde dediği gibi, eş seçerken, önce güzel ahlakına bakmamız gerekiyor. Evlenince dosttan öte refik ve refika oluyor, ömür yolunda yol arkadaşlığı yapıyoruz. Sıkıntının sonu mutlaka ferahlıktır. Hazreti Eyyüp gibi şükrün karşılığını ya bu dünya da alıyoruz ya da ahirette ebedî âlemde mükâfatı veriliyor.

Devamı inşallah diğer yazımızda.