9. ve 13. Yüzyıllar arasında din-bilim işbirliği sayesinde İslam alemi altın çağını yaşamış, bilimde, tıpta, fende, estetikte, düşüncede, felsefede ve bir çok alanda medeniyet üst düzeyde olmuştur.

            İslam dünyası 17. ve 18. yüzyıldan itibaren gerilemeye ve buhrana sürüklenmeye başladı. Bu yüzyıldan itibaren ise batı bilgiye hakim olarak, kendi kavramlarını üreterek, kendi ayakları üzerine durmayı başardı ve hakim bir güç olmaya doğru yol aldı. Bu durumu en güzel özetleyen mısralar şunlardır;
            “
Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm,
             Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm!”  (Ziya Paşa)

            İslam alemi o eski ihtişamlı günlerine yeniden kavuşabilmesi için yeniden düşünmek, araştırmak ve el birliği etmek zorundadır. Bunu başarmanın yolu da öncelikli olarak her birey ve toplumun kendini değiştirmesi, öze dönmesi, hak ve hakikate talip olması ve bir takım tabuları kırması ile mümkün olur. Müslüman birey ve toplumlar;

            1-  Cehaletle, taklitcilikle ve tembellikle mücadele etmenin önemli bir ibadet olduğunu bilmeliler.

            2- Yepyeni bilimsel buluşlar, keşifler ve icatlar gerçekleştirebilmek için laboratuvarlarda inceleme yapmanın ve oraları mesken tutmanın en büyük bir ibadet olduğunu bilmeliler.

            3- Okumayı, araştırmayı, incelemeyi ve sorgulamayı bir ibadet aşkıyla yapabilmeliler.

            4- Önce insan merkezli bir medeniyet inşa ederek insana yatırım yapmayı becerebilmeli, insan kalitesinin ve kalibresinin artması için projeler geliştirebilmeliler.

            5- Akıl, vahiy ve bilim üçlüsünün işbirliğine önem vermeliler.

            6- Aşırı politize olmaktan, tekfircilik ve tefrikacılık yapmaktan kaçınmalılar.

            7- Dışa, kabuğa ve görüntüye değil öze, ruha ve içeriğe önem veren,  niceliğe değil niteliğe yatırım yapan, kemmiyete değil keyfiyete odaklanan, dünya ve ahiret dengesini gözeten bir tavır ve yaklaşım içerisinde olmalılar.

            Gelecek kaygısı taşıyan Mü’minler;

            1- Aklı devreye sokmalı, akleden kullardan olmalı ve akıllarına vahiyle abdest aldırmalılar.

            2- Kur'an'ı süslü kılıflardan çıkarıp raflartan indirmeli, adetlere göre değil ayetlere göre yaşamalılar.

            3- Batıl inanç, bid'at ve hurafelerden kaçınmalı sağlıklı, sahih ve doğru bir din anlayışı geliştirmeliler.

            4- Mehdi yada Mesih (kurtarıcı) beklemekten, rüyalarla ya da keşiflerle amel etmekten vazgeçmeliler.

            5- Beşere kudsiyet ya da uluhiyet atfetmekten, batı/ldan medet ummaktan, ye's (umutsuzluk) denilen hastalığa tutunmaktan kurtulmalılar. 

            6- Tevhid, adalet, merhamet, iyilik ve erdem eksenli bir dini yaşam ve anlayış sergilemeliler.

            7- Bilim ve teknolojiye kapı aralamalı, teekkül (Hazır yiyiciler) ehlinden değil tevekkül sahibi olmalılar.

            Geri kalmışlık hiçbir toplumun kaderi olamaz. Hele hele Müslüman camia böylesi bir bahanenin ardına asla sığınamaz. Yenilmişlik , ezilmişlik ya da geri kalmışlık psikolojisini yenmek için en başta batı/la boyun eğmekten vaz geçmeli, yalnızca Allah(cc)’a kul olmalı/boyun eğmelidir.

            Allah(cc)'ın böylesi müzmin hastalıklara tutulmuş milletleri başarıya ulaştırdığı nerede görülmüştür.

             Kurtuluş, huzur ve ilerleme beklemek için çalışmak gerek. Şairin dediği gibi;

            “Çalışmak!.. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.

            Alınlar terlesin, derhal iner mev'ûd olan rahmet!..” (M. Akif ERSOY)

            Kısaca; Çekişmelerden ve boğuşmalardan arınmış, kendi özüne dönmüş, vahdet içerisinde, gelişmişlik düzeyi yüksek, tüm insanlığa ışık tutmuş bir İslam dünyası hepimizin hayalidir...

            Selam ve dua ile!...