Temel tepe de ki misafirliğimiz devam ediyor. Buraya geleli bir haftayı geçti, banyo yapmadık. Bir gün bizi askerlerin hamamına götürmek için dışarı çıkardılar. Kapının önünde iki subay ile bir sivil oturuyordu. Sivil kişi o günlerin meşhur komiseri Tarzan İbo namlı emniyet mensubu idi. Arkadaşım Berber Hüseyin, “Eyvah bu bize işkence yapmaya gelmiştir” dedi. O endişe ile akşam ettik, tam yatacağımız zaman ışıklar söndü, kapılar takur-tukur açılmaya başlandı, belli ki bizim yanımıza birileri geliyordu. Biz hala Tarzan İbo korkusu yaşıyoruz. Nihayet koğuşun kapısı açıldı, içeriye üç kişi girdi. Onlardan birisi bir kiprit yaktı ve bizi görünce “aha bizim uşaklar buradaymış” dedi.

Meğer yeni gelenler, Sivas Kale Gazinosunu işleten Rıfat emmi ile 15-16 yaşlarındaki çocukları Sabri ile Ayhan’mış. Tanıştıktan sonra niye tutuklandıklarını sorduk. O günler de Kahraman Maraş olayları olduğu için Türkiye çapında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 24-06 arası sokağa çıkma yasağı konmuştu. Üç tane polis memuru Kale gazinosuna gelmişler, yemişler, içmişler giderlerken de Rıfat emmi bunlardan hesap almış. Polislerde bizden niye hesap aldı diye kızmışlar, kalenin altında ki yolun üzerinde beklemişler. Saat 24 te gazinoyu kapatan Rıfat emmi ve çocukları evlerine gitmek için aşağı indiklerinde polisler önlerine çıkmış, “Siz sokağa çıkma yasağı olduğunu bilmiyor musunuz, bu saatte nereye gidiyorsunuz” diye önlerini kesmişler. Rahmetli Rıfat emmi “memur efendiler, biraz önce gazino da beraberdik ya yediniz, içtiniz bizde kapattık gidiyoruz” diyecek olmuş. Fakat hemen müdahale eden memur, “Kes lan! Yedik içtik isek paramızla yedik içtik” deyip Rıfat emmiye bir tokat atmış. Babasına polisin vurduğunu gören Rıfat ağanın oğlu Sabri de memura bir yumruk vurmuş. Bunun üzerine polise mukavemetten tutuklanan Rıfat emmi ve çocukları üç gün dayak faslından sonra Temel tepeye bizim yanımıza getirilmişler. Buraya düşmeleri onlar açısından üzüntülü olsa da bizim açımızdan sevindiriciydi. Çünkü iki kişi çok bunalmıştık.

Temel tepedeki iki kişilik sıkıcı hayatımıza üç kişinin ilave edilmesine sevinmiştik. Bir gün akşam nöbetçi subayı gelerek, hazırlanın yârin sizi Erzincan’a göndereceğiz” dedi. Sabah saat dokuzda kapını önüne bir minibüs eğlendi. Bizi aldılar Jandarma komutanlığının önüne getirdiler, oradan da bir genç tutuklu aldılar, Erzincan yoluna çıkmak için Atatürk caddesinden kepçeliye doğru inerken çarşı Karakolunun önünde durdular. Polislerin içinden bıyıkları dudaklarını tam kapatmış olan birisi ki sonradan bunun Tunceli’li olduğunu öğrendik, komiserine dönerek “Efendim bunlar azılı teröristlere benziyor. Ne olur ne olmaz yanımıza biraz silah alalım” dedi. İki polis aşağı indi, Karakoldan iki tane Sten tabanca alarak geri geldiler.

Böylece kepçeliden sola dönerek kılavuz mahallesine doğru ilerlemeye başladık. İçimizde bin bir türlü acı duygularla yola koyulduk. Tutuklu olarak ilk defa Sivas’tan ayrılıyordum. Alibaba çukur tarladaki evimiz, annem-babam, eşim çocuklarım, kardeşlerim hepsi bir-bir gözümün önünden geçtiler. Onları bir daha ne zaman görebilecektim, geriye dönmek mümkün olacak mıydı bilemiyordum.

Yol arkadaşlarımız biri komiser altı polis beş kişi de bizdik. Birde sonradan ilave edilen solcu genç on iki kişi olarak yola revan olduk. Minibüsün arkasında ki üç kişilik koltuğa bizden dört kişi oturttular. Birimizi tek koltuğa, solcu genci de ara boşluğa oturttular. Geri kalan yerleri de polisler işgal etmişlerdi.

Sivas kapalı cezaevini geçtik paşa pınarına doğru ilerliyoruz, sessizliği Rıfat emmi bozarak “memur beyler bir tane cigara yahabilir miyim” dedi. Pis bıyıklı polis hemen atılarak “yasak lan burada sigara içmek” dedi. Arabamızı kullanan şoför araya girerek arkada bidonlarınan benzin var. Tehlikeli olur, sigara içmeyelim dedi. O günler de Ecevit’in iktidarı idi. Benzin çay, şeker, sigara istediğin zaman bulunmuyordu. Onun için yedekte benzin taşınıyordu.

Soğuk çermiğe dönen yolu geçmiştik ki, pis bıyıklı polis memuru geri dönerek, Eee. Söyleyin bakalım şu bizim polisleri dövenler kimlermiş” dedi. Tabi Rıfat abi durumu hemen kavradı ve alttan alarak bir yanlış anlaşılma var” diyecek oldu. Pis bıyık, “Kes lan” dedi. Amerikan Başkanı demiş ki, ben her suçluyu affederim, ama polise el kaldıranı affetmem, cezasını muhakkak veririm” demiş. Sonra aynı polis, Hüseyin ile bana dönerek “Siz ne yaptınız deyin bakalım” dedi. Ben de kısık bir sesle: “Biz de Sivas olayından yargılanıyoruz” dedim. Ha şu bizim polis arkadaşları vuranlar sizlersiniz, öylemi? Dedi. Yok, biz kimseyi vurmadık” diyecek oldum, beni azarlayarak susturdu ve ben size gösteririm’ dedi. Bir tarafımda Rıfat emmi, Hoca bunlar bizi ıslatmadan götürmezler’ derken diğer tarafım da bizim Başbuğ Hüseyin polisler, çocuklarının yanında Rıfat emmiyi döverlerse ben bunlara dalarım’ diyordu.

12 Eylül darbesinden önce olduğu için polislerin de hangi fikirlerde olduklarını saçından bıyığından anlamak mümkün oluyordu. Pis bıyıklı polisin fikrini zikrini öğrenmiştik, bir de uzun çengel bıyıklı bir polis vardı ama ona arkadaşları “Co” diye hitap ediyorlardı. O günlerde bir dizi filimde ismi Co olan bir kurt köpeği vardı. Yani arkadaşlarının bu sözlerine cevap veremediğine göre bu polis milliyetçi de olsa bize pek faydası dokunmazdı. Birde kırk yaşlarında bıyığı, sakalı olmayan ve Sivas’a sürgün edimiş bir polis vardı. O milliyetçi olabilirdi, o bize sahip çıkabilirdi.