Destan denilince aklımıza hemencecik milletimizi yakından ilgilendiren macera, kahramanlık gibi olayları konu alan, milli destanlar geliverir. Fakat düşünce, durum, kanaat ve inancın ele alındığı ve âşıklar tarafından manzumeleştirilmiş şiir şeklindeki halk destanlarımızın varlığı da bilinmektedir.

Bu destanlar özellikle divan biçiminde yazılmış kasidenin karşılığı olarak nitelendirilebilir. En az üç, en fazla ise 150-160 dörtlük kadardır. Destanlar, tarihsel olaylara bağlıdır. Bununla birlikte tarihsel olay olarak nitelendirilmeyen ve edebiyat ozanlarının toplumun ortak hayat görüşünü yansıtan olaylar üzerine edebî eserleri de destan olarak tanımlanabilir. Deprem, hastalık, kuraklık, yangın, kaza gibi afetler ile göç, savaş ve istila gibi önemli olaylar da destanların oluşumunda etkilidir. Sebebi, bu gibi olayların toplum vicdanında derin yankılar uyandırmasıdır.

Halk destanları XIX. yüzyıldan itibaren kâğıtlara yazılmış ve satılmaya başlanmıştır. Bu kâğıtların sağ alt tarafında fiyatı yazılıdır. Bu zamanına göre 25, 50 veya 100 kuruştur. Bazı destanların sağ veya sol altına tarih ve basıldığı matbaanın adı yazıldığı da olmuştur.

1980’li yıllara gelinceye kadar, destan satarak, hayatını geçindirmeye çalışan ülkemizde ünlenmiş destancılarımızın varlığı görülmüştür. Bunlardan biri de Sivas’ta, yetmişli yıllara gelene kadar, destan icracılığı ile adından söz ettiren Ahmet Turan Karakaş’tır.

Turan Karakaş; Sivas’ın Güney köyünde doğar. Bizlerle sohbetlerinde ifade ettiğine dayanarak, altı aylıkken göz etrafında yaralar meydana gelir. Kırklı yıllar, İkinci Dünya Savaşı, kıtlık ve ekonomik zorluklar nedeniyle doktora gidemez. Sivas’tan köye bir kadının geldiği söylenir, şehirden geldiyse mutlaka bilgilidir denilerek, Turan bebek bu kadının yanına götürülür. Kadın, göz üzerine (nöbet şekeri) sürülürse yaraların iyileşeceğini bildirir. Ancak, bir aile bizim evimizde, nöbet şekeri var der. Nöbet şekeri yerine şap verir. Yanlışlıkla Turan bebeğin gözüne şap koyulur. Bu olaydan sonra Turan Karakaş kör olur.

Yedi yaşına kadar annesiyle tarlalara gittiğini, bazı çocukların ona vurup dalga geçtiğini söyler. Bunun üzerine annesi, diğer arkadaşları zarar vermesin diye bir ip örgüyle onu üç yaşında sırtına alarak, tarla işlerinde kendisinin bu şekilde taşındığını ifade eder. 7 yaşında köylerine bir çerçi gelir ve bu gelen yabancılar, ailesine bir teklif sunarlar. Altı aylığına kendisini isterler. Ona çeşitli bilgiler öğreteceklerini yetiştireceklerini anlatırlar. Karşılığında para önerirler. Ailesi de bilgili olan en büyük amcalarına danışır. Danışılan amca; verin, eğer ölürse kendi kurtulur. Bir bilgi öğrenirse kendini kurtarır diyerek Turan’ın gitmesinden yana karar alınır. Karakaş yetmiş bin lira karşılığında iki aylığına çerçilere teslim edilir. Belki ailesine kızacaksınız ama bildiğiniz gibi değil. İkinci Dünya Savaşı, kıtlık yılları, Turan Karakaş’ın sadece üzerinde bir ailenin hediye ettiği mintanı var. Annesi altı aylığına küçük Ahmet Turan’ı verirken, aldığı parayla ona yatacak döşek almayı düşünür. Çünkü döşeği bile olmadığını nakleder. Turan’ı alan çerçi onu ceketinin içine sararak yolculuğa başlar. Kayseri oradan da İstanbul’a kadar trenle ulaşırlar. O dönemlerde engelli olmak zordu. Hele hele, Anadolu’da engelli olmak, güçlükleri ikiye katlıyordu. Karakaş, İstanbul’da, çocukları dilendiren bir grubun eline düşer. Onların her türlü dilini öğrenir. Örneğin, çocuğa (cort) dediklerini, paraya farklı isimler kullandıklarını söyler. Onunla birlikte Sivas’tan alınıp dilendirilmeye zorlanan yürüme engelli çocuğun ölümüne şahitlik eder. Sesinin güzelliği ve gözünün görmeyişi yüzünden çok para getirir. Ama Turan dilenmeyi hiç sevmiyordur. “Ben yaptığım işin utancından ağlıyordum, ancak ağladıkça millet beni farklı anlıyor daha çok para veriyordu.” der. İçindeki memleket özlemi o kadar fazladır ki, üzerine oturduğu taş kuş olsa da uçup beni memleketime götürse diye dua eder.

İki aylığına götürülen, Karakaş aradan yirmi altı ay geçmesine rağmen getirilmez. Annesinin hasret yüreğine düşünce, bilgili bir akrabası kadınla, güç bela, dönemin Sivas valisinin yanına gelirler. Yaz mevsimi olduğundan, kapı açık olunca, güvenliğe takılmadan, vali beyin huzuruna rahatlıkla çıkarlar. Annesi durumu anlatır, vali bey önce kızsa da yoksulluk ve çaresizliği hissedince duygulanır ve Turan Karakaş’ı aratacağını söyler. Zamanın başbakanının Sivaslı Şemseddin Sirer olması, işleri kolaylaştırır. İstanbul’da Turan nihayet bulunur. Daha önce akrabaları tarafından İstanbul’da görülse de gizlice kendisini dilendirenler tarafından kaçırılır.

Turan Karakaş, 1950 yılının Sivas valisi olan Necati İlter’in yardımlarıyla kendisini dilendirenlerin elinden kurtulup iline gelir. çerçiler ailesine 910 bin lira para bırakır ve ailesi bu parayla tarla ve koyun, kuzu alır. Birkaç ay köyünde kalır, fakat can sıkıntısı, kendi ayaklarının üzerinde durma isteği belirir, bir kamyon kasasında köyünden Sivas’a gelir.

Karnı aç bir şekilde akşama kadar dolanırken bunu fark eden birisi, sesinin güzel olup olmadığını sorar, "güzel" cevabını alınca, onu yanına oturtup şarkılar söyletir, başına yığılan kalabalık Turan Karakaş’ın önüne paralar bırakır ve bu paralarla çörekçiden aldığı çörekle karnını doyurur. Aynı gün Yeni Cami’nin önünde gezinirken, destan yazmaya birlikte adım atacağı ustası olan, Niğde Kemerhisarlı kendisinden yaşça büyük Cemil Turgut’la karşılaşır. Yaptığım araştırmalarda Cemil Turgut ismine, Niğde Üniversitesinde hazırlanmış makalede rastladım. Timur Vural Hoca’nın Niğde İli Destan Geleneğine Müzikolojik Bakış makalesinde Cemil Turgut ismi sıkça zikredilmektedir.

Karakaş, Yeni Cami etrafında elinde bir deste basılmış kâğıtla Cemil Turgut’un Kore Savaşı’yla ilgili şiirler söylediğini duyunca, sesinin güzelliğine güvenerek bir şiir de kendisi söylemek ister. Cemil Turgut’un okuduğu destanı bir duyuşta hıfz etmiştir. Bunun üzerine Turgut "Kör gözünle nasıl okuyacaksın?” diye Turan Karakaş’ın ensesine bir tokat atar. Cemil Turgut’un yaşlılıktan dolayı sesinin iyi olmadığını Turan Karakaş ifade eder. Destanları on kuruşa satmaktadırlar. Bir vatandaş destan alır ve Karakaş’a "Hadi oku bakalım" diye söyler. Turan Karakaş o güzel sesiyle destan’ı icra edince, etrafları kalabalık olmaya başlar. Bunun üzerine Cemil Turgut beraber çalışmayı teklif eder. Cemil Turgut’un hiçbir engeli yoktur. Ama iki insanın yolu kesişmiştir. Karakaş, Cemil Turgut’la ilden ile dolaşır, bu iş için Karakaş hiç para almaz ve karın tokluğuna çalışır. Yolları, Konya’nın Ereğli ilçesine düşünce Turan Karakaş ailesine para göndermek için ücret ister ve aralarında tartışma çıkar. Cemil Turgut Karakaş’a tokat vurur. Bunu gören Ereğlili vatandaşlar, Cemil Turgut’u azarlayıp Turan amcayı elinden kurtarırlar. Bu saatten sonra Karakaş ve Turgut’un yolları ayrılır.

Turan Karakaş, Konya’ya gidip aklına aldığı bir destanı matbaada yüze yakın kâğıda bastırarak sokak sokak tek başına dolaşmaya başlar. Bir anısını şöyle ifade eder. "Türkiye’nin üç ili hariç bütün illerini dolaştım. Bir gün Amasya’da destan satarken, bir bayan geldi. "Âşık bir destan da benim içinde söyle" deyince, kadının sesi beni etkiledi. Turan Karakaş sese âşık olmuştur. Bayana aşkına dair destan söyler. Ancak destan icra ettiği kız dönemin Amasya valisinin kızıdır. Yanındaki polisler, Turan Karakaş’ı "Sen ne yapıyorsun, bu destan söylediğin kişi valinin kızı, terbiyeli ol" diyerek azarlarlar ve Turan Karakaş Amasya garnizon komutanına şikâyet edilerek komutanın emriyle, bir kamyon kasasında Amasya sınırları dışına çıkarılır.

Sivas’ta Âşık Veysel’le yolu kesişir, ondan saz öğrenmek ister, ancak Veysel, "İkimizde görme engelliyiz, bizi kim gezdirecek, kim ilgilenecek, ben küçük Veysel’i yetiştiriyorum, olmaz.” cevabı verir.

Turan Karakaş destanlar satarak hayatını devam ettirirken, yetmişli yıllarda, televizyonun ülkemize girmesi ve radyoların yaygınlaşmasıyla bu gelenek sona ermeye başlar. Turan Karakaş destan satışında trenlerden trenlere bir gören gibi hareket eder, Vagonlar arası zorluk çekmeden destanlarını okuyucularla buluşturur. Fakat bir yerden de iş aramaya koyulur. Dönemin bürokratları ve siyasileriyle görüşmeler yapar, bu dönemde Turan Karakaş’a yardım eden, Sayın Yavuz Bülent Bakiler hoca olmuştur. Bu muhabbet Turan Karakaş’ın vefatına kadar süregelmiştir. Karakaş iş aramak için Ankaralara gider, çeşitli kapılar aşındırır. Ancak o dönemlerde engelli istihdamı zordur. En sonunda, 1973 yılında Sivas Belediyesine, sonrasında da, Demiryolu Atölyesi’nde iş başı yapar. Tabii ki engelinden dolayı ön yargıyla karşılanmış, iş yapamazsın diye uzaklaştırılmaya çalışılsa da, Turan Karakaş “Beni bir ay deneyin, eğer işinize yaramazsam çıkarın.” diyerek, taahhüt vermiştir. Karakaş’a Atölye’nin bulaşıkçılık görevi verilir. Beş yüz kişinin bulaşığını tek başına yıkar. Bulaşıkhanenin engelliler açısından uygun olması onun için bir şanstır. Karakaş’ın çalışmasını merak eden atölye görevlileri onu teftişe gelirler, bir denemeye karar verirler. Atölye müdür yardımcısı, eline küçük bir salça alarak, Karakaş’ın yıkadığı tencereye bulaştırır, daha sonra seslenerek, “Turan Bey yıkadığınız bulaşıkta leke kalmış diye uyarır. Lakin Turan Karakaş işin farkındadır. Hisleriyle, müdür yardımcısının geldiğini, salçayı tencereye sürdüğünü ayak tıkırtısından fark eder. “Müdürüm, galiba bana şaka yapmak istediniz ama hissettim der”. Daha sonra atölye müdürü dönemin Sivas iş kurumu müdürünü arayarak, “Elinizde bunun gibi görme engelli varsa, bana iki yüz üç yüz tane gönderin, benim gözü görenim unun kadar iş yapamıyor.” diye hayranlık bildirir. Atölye’de 1995 yılına kadar çalışır ve sonra emekli olur.

Turan Karakaş’ın, hacca gitmek en büyük isteğidir, bacanağının yardımıyla, 2000 yılında bu arzusuna kavuşur. Hacda çok güzel dostluklar edinir. Hacca ilk gitmesinde aklına bir dörtlüğün iki mısrası gelir. Kâbede dua ederken hafif uyku hâli olur ve dörtlüğün iki mısrasını da şu şekilde ifade et diye söylenir. Karakaş Peygamber efendimize şiir yazar.

Ahmet Turan Karakaş’ın ikisi erkek, üçü kız olmak üzere beş çocuğu vardır. 16 Temmuz 2021 tarihinde 84 yaşında aramızdan ayrılmıştır. Ahmet Turan Karakaş’a ömrünün son dönemlerinde Sivas Valisi Sayın Salih Ayhan sahip çıkmış, birçok kez evinde onu ziyaret etmiştir. Akrabası olan, Mesut Karakaş destanlarını bir araya getirmiş, kitabı Sivas Valiliğimizce bastırılmıştır. Destanlarında Karakaş ve Turan mahlaslarını kullanmıştır. Yazdığı destanlardan bir örneği sunmak isteriz.

ASKER DESTANI /
ACEMİ EĞİTİMİ DESTANI (1952)


Sivas’ın Tugayı dağlarda bağlı
Anne hasretlikten ciğerim dağlı
Param bitti mektup gönderin bari
Anne mektubumu gönder acele

Amasya kıtamız suları akmaz
Garibin yüzüne kimseler bakmaz
Beklerim postacı mektubum çıkmaz
Anne mektubumu gönder acele

İzmir’de kıtamız baba Bornova
Mektup bekliyorum ben yana yana
Günlerim mektupsuz geçmiyor ana
Anne mektubumu gönder acele

İzmir’de kıtamız bak Narlıdere
Ciğerim yanıyor yüreğim yara
Ne zaman kavuşam o nazlı yâre
Anne mektubumu gönder acele

Anne Isparta’ya pusulam çıktı
Bacımın gözyaşı ciğerimi yaktı
Potinim dardı ayağımı sıktı
Anne mektubumu gönder acele

Denizli kıtamız gider gelirim
Sağ selametinen sizi bulurum
Haberiniz yok mektupsuz kalırım
Anne mektubumu gönder acele

Çantamı taktım da ben oldum asker
Yâ Rabbi sılayı bir dahi göster
Ayrıldım sizlerden ederim keder
Anne mektubumu gönder acele

Kütahya dağına kurdum iskele
Yaşım yirmi idi geldim askere
Mevla nasip eder bir gün teskere
Anne mektubumu gönder acele

Pusulalar çıktı ayın onuna
Hep millet toplandı şube önüne
Yüzbaşı kalemin almış eline
Anne mektubumu gönder acele

Erzincan vatanım havası hoştur
Turan biçareyim kafeste kuştur
Ayrılmışım sıladan gözüm yaştır
Anne mektubumu gönder acele

Kaynakça:

  1. Kültürümüzde Destancılık Geleneği ve Fehmi Gür’ün Destancılığı, Dr. Doğan KAYA

Son Destan Şairi Turan Karakaş Hatıralarım, Sivas, 2021, Mesut Karakaş.