Güneşin yüzünü nazlanarak gösterdiği, kışların sert, karların bol yağdığı iki nehrin arasında Türkistan adı verilen bölgede bilekleri çevik, yürekleri ülkeleri gibi soğuk olmayan, kendilerine Türk adı verilen insanlarboylar hâlinde yaşamaktaydı.Bu boylar içinde Hazar Gölü’nün etrafında konumlanmış Hazar Devleti hoşgörülü bir yönetimle adından söz ettirmeyi başarmış, idaresi altındakilere adaletle hükmetmeyibilmişlerdi. Bu devlet ençok Bizans’la savaşır, güçlü yiğitleriyle gönüllere korku salardı. Bu kahramanlardan biri deDukak adı verilen komutandı. Bileği bükülmezdi, sırtı yere gelmezdi, attığı oku tam hedefine isabet ettirirdi. Hazar Yabgusu, zamanında onun cesurluğunu işitmiş, bir ulak çıkararak kendi ülkesine davet etmişti. Dukak usta olduğu savaş hünerlerinin yanı sıra ok ve yay kullanmadaki maharetiyle de nam salmış ve bu yüzden “Demir Yaylı” lakabını almıştı. Atıyla dörtnala giderken sadağından okunu çıkarır, yere koyduğunda bir araya gelip beş askerin kurmayacesaret edemediği yayını parmağıyla gerer ve hiçbir hedefi sağ koymazdı. Gücüne güvenir,“Varmı karşıma çıkacak baba yiğit!” diyerek etrafına kafa tutardı. Hazar Yabgusu’nun yakınında subaşılık görevine kadar yükselmiş, devlet içinde söz sahibi olmuştu. Dukakve erkekler savaşlardan savaşlara koşarlar, aileleri ise yokluklarında vahşi hayvanlardan korunmak için silah üretir, avlanır, hayvanların kürklerini biryana, etlerini diğer yana ayırır, odun kırar, uzun kışa hazırlanırlar, erlerinin dönüşlerini beklerlerdi. Hazar Yabgusu Nil Nehri’ni ikiye yaran, Hazreti Musa’nın getirdiği dine inanan Yahudi inancının yolundan gidenlerdendi. Ülkenin doğusunda Türk saldırılarından korunmak için set inşa eden Çinliler, Kuzeyde kinezlik hâlinde yaşayan Ruslar, güneyinde ise Kutlu peygambere tabi, son dine mensup olanSamaniDevleti hâkimiyet sürmekteydi. Hazar Yabgusu, emri altında bulunan Müslümanlara karşı hoşgörüsünü yitirmiş, topraklarında yaşayan diğer dinlere gösterdiği müsamahayı Müslümanlardan esirgemeye başlamıştı. Subaşı Dukak bu adaletsizliği fark ediyor, günden güne memnuniyetsizliği belli oluyordu. Savaşlar bitmiş, Hazar ülkesinde Türk inanışına göre Ayaz Ata soğukları üflemeye başlamıştı. Dukak’ın yaşadığı Hazar Gölü’nün iç kısımlarını yurt tutan, gazadan gazaya koşmuş, Hoca Ahmet Yesevi denilen bir pirin dizinin dibinde oturmuş, İslamiyet diniyle şereflenmiş, yaşlanınca gözünün feri kaybolmuş bir dervişin Hazar ülkesine geldiği dedikodusu, ağızdan ağıza dolanıyordu. Dukak’ın pek ilgisini çekmesede özü Müslümanları tanıma arzusu ile doluyor, bir sabah serinliğindeayaklarıistemsizce onu dervişin yaşadığı çadıra doğru götürüyordu.Dukak orta yaşını biraz geçmiş, yıllar bedenini eskitemese de ruhunda oluşan fırtınalar dinmek bilmemiş, gönlünün derinliklerindeki arayış zihninin meşguliyetini artırmıştı. Türlü düşünceler içinde kendini dervişin çadırının önünde bulmuştu.Dukak, ak seyrek sakallı, saçı yılların verdiği sıkıntılarla aklaşmış, geniş omuzları çökmüş olan dervişi elinde asasıyla karşısında görünce biran tedirginlik yaşamış, Derviş ise yaklaşan ayak tıkırtılarına doğru yönelerek keskin kulaklarını kabartıp çadırın dışına hareket etmişti. Dukak şaşkındı, derviş kendisini çadıra davet ettiğinde onun kör olduğunu anlamış, yalnız yaşadığına kesin olarak inanmıştı. Nasıl oluyordu? Kör biri çadırda tek başına ne yapıyordu. Çevredeki Türkler dervişe yiyecek ve içecek getiriyor, onu yalnız bırakmıyorlardı. Ama sert kışlarda vahşi doğada görmeyen birinin tek başına kalması Dukak’ın kafasındaki soruları cevapsız bırakıyordu. Tükenmeyecek sandığı kuvvetinin dervişin yaşına gelince tükeneceği korkusunu yüreğinde taşıyordu. Dervişin; “Hoşgeldiniz” sesiyle Dukak daldığı düşlerden kurtularak, “Hoş bulduk” diyerek boğuk bir sesle yanıt verdi. Dervişin yüzündeki çizgiler Dukak’ın yaşadığı gönül fırtınasına set çekiyor, dervişi daha çok tanıma merakıdilinin bağınıçözüyordu.“Siz görmüyorsunuz” dedi Dukak. “Allah görüyor ya” dedi derviş. “Karanlığın koyusunda kara taşın üzerinde kara karıncayı gören var”diye yanıt verdi.Dukak Allah kelimesini daha önce Müslümanlardan duymuş, Türk düşüncesindeki tek tanrı inancına benzerliği ile Gök Tanrı’yı eşit saymıştı. Dervişin azameti karşısında hayreti merhamete dönüşüyordu. Ve dervişle sık sık görüşüp bir bahaneyle onunla sohbet etme isteği hissediyor, buluşmalarına eli boş gitmemeye özen gösteriyordu. Her defasında Müslümanlıkla ilgili bilgiler ediniyor, İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in hayatını dinliyor, dervişin okuduğu Kur’an ayetleriyle huzur buluyordu. Türk töresindeki kurban geleneğiyle İslam dinindeki kurban ibadetini ailesinede anlatıyordu.Dukak’ın gönlünde hissettiği bilinmezliklerden eser kalmamış, dervişin dostluğu, yaşadığı bunalımlara merhem olmuştu. Hoca Ahmet Yesevi’nin“Aslın toprak, neslin toprak, dahi neyin var” sözünü dervişten işittikten sonra ölümü ve ötesini idrak etmiş, tefekkürle tanışmıştı. Dostundan o kadar etkilenmişti ki, dervişle münasebetinden sonra dünyaya gelen oğluna kutlu kişinin adı olan Yunus ismini koymuştu.

Bahar mevsimi Türk bozkırlarına merhaba derken, Hazar Yabgusu ve savaşçılar planlar yapmaya başlamış, devlet kurultaylarını toplamışlardı. Müslümanların sahip olduğu topraklar yabgunun iştahını kabartıyor, Samani ülkesine akınlar yapmayı kararlaştırıyordu. Yabgu ulularla birlikte sefer hazırlıkları girişimleri içindeyken, devlette en büyük söz sahibi olanDukak, Müslümanlara saldırı yapılmasına tepkiyle yaklaşıyor, bu kararını yabguyada bildiriyordu. Yabgu ve Dukak ilk defa fikir ayrılığına düşmüş, aralarında şiddetli kavgalar baş göstermişti. Yine bir toplantı esnasında Dukak bu olumsuzluğu dile getirmiş, Yabgu’nun gazabına uğrayarak aldığı kılıç darbesiyle yüzünden yaralanmıştı. Gözü kara DukakYabgu tarafından uğradığı şiddetin altında kalmayarak Yabgu’ya gürzüyle saldırmış, onun kafasını yarmıştı. Uluların araya girmesiyle olay çözülmüş, Dukaksubaşılıktan azledilmişti. Dukak’ın devlet içindeki gücü ve komutanların yanında yer alması nedeniyle Yabgu, Müslümanlara saldırma fikrinden vazgeçmiş, diğer komutanların araya girmesiyle sulh sağlanmıştı. Dukak eski subaşılık görevine tekrar gelse de bir türlü rahata kavuşamıyor, kendini güvende düşünemiyordu. Günler birbirini kovalarken, Dukak hastalanmış, evlatlarını yanına toplayarak nasihatte bulunmak için yatağında doğrulmuştu; oğlu Selçuk’a yönelerek; “Ey oğlum, sakın Müslümanlarla düşmanlık içinde bulunmayın, onların yolu hak, indirilen din haktır. Müslümanlar size ilişmediği müddetçe sizde onlara ilişmeyin. Daima dostluk üzere bulunun.” diyerek, İslam dinine hoşgörüsünü belirtmişti. Gözünün önünde dostu dervişin hayaliyle ah! Gönül gözümü açan baş gözü görmeyen, kalp gözü gören derviş, sana kavuşuyorum diyerek dünyaya veda etmiş, ebedî yolculuğa çıkmıştı.