Geçenlerde Recep TOPARLI Hocamızın da olduğu bir grupta körler ve sağırlarla ilgili atasözlerinin fazla oluşundan konu açıldı. Bizlerin de kafasını kurcalayan bir konu olduğundan bayağıdır araştırma yapıyorduk.

“Kel ölür, sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur.” Son yıllarda yaşanan olaylar bu atasözünü daha bir anlamlı kılıyor. Halûk Dursun Hocamızı kaybettik. Arkasından duyduğum o kadar güzel sözler ve yazılar oldu ki. Tabii kötü sözler de söylenmiştir ama onlar da sahibine yakışır diyoruz.

Topkapı Müzesi Müdürü iken yaşadığı kumru hikâyesi, gençlere verdiği altın öğütler…

Neden önceden bu gibi kıymetli insanlar üzerinde araştırma yapılmaz, söyledikleri gündem olmaz diye bizleri düşündürdü. Fuat Sezgin Hoca’nın vefatında da aynı hisleri yaşamıştım. Birçok güzel bilim ve ilim adamımız hayatta, Sivasımızda ve Türkiyemizde, acaba onlar hakkında ne biliyoruz, kaçımız kaç kitabını okudu, hangimiz sohbetlerinde bulundu. Yüce dinimiz ilme kıymet verirken biz nelerle uğraşıyoruz. Rabbimiz bazı değerli kullarını halkın içine gizlemiştir, onlar şöhretten uzak dururlar. Bulup istifade etmek bizlere düşer ama bizler kişiler ölünce değer veriyoruz. Engelli vatandaşlar için de bu böyledir. Bu ülkeden birçok görme engelli badem gözlü geçti. Cemil Meriç’e bulunduğu dönemlerde kıymet verilmedi. Engelli diye önyargıyla karşılandı. Günümüzde liyakat diyoruz, bir engelli faydalı çalışmalara imza atıyor. Ona karşı yine ayrıştırıcı bir ifade kullanıyoruz. “ne güzel, sanki hiç engelli değilsin.” Ama engelsizler gibi de davranamıyoruz.

Birçok engelli de öldükten sonra sırma saçlı olanlardan.

Atasözünü gerçek anlamıyla da düşünürsek, kendimi şanslı hissediyorum. Hem görmüyorum hem de kelim. Rabbimiz cennetini nasip ederse ahirette yakışıklı, sırma saçlı, badem gözlü biri olacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum.

Siretimi bilmiyorum ama suretimin pek yakışıklı olmadığını söylüyorlar. Geçtiğimiz sene şehir dışı dost ziyaretinde ev sahibinin yakını eşimden için, “Ablamızın gözü görseydi Selman Abiyle evlenmezdi.” cümlesini kullanmış. Biraz yaşlı gösteriyorum galiba, bu söylenilenler, bizlerde bazen Ahmet Haşim ve Peyami Safa izlenimi bıraksa da Allahın sonsuz lütfundan ümidimizi hiç kesmiyoruz.

Nasreddin Hoca’dan bir fıkra anlatılır. Hoca, “Ben ölünce cenaze namazımda imam sizlere nasıl bilirdiniz diye sorarsa benim hakkımda ne dersiniz?” der. Cemaat de; “hocam tabiî ki iyi bilirdik” diyeceğiz.” Hoca da yanıtı hemen yapıştırır; “Madem iyi bilirdik diyeceksiniz, bunu niye ölmeden önce söylemiyorsunuz”.

Kendimize “seni seviyorum” demeyi, “iyi bilirdik” kelimelerini kullanmayı, dilimize gönül alıcı cümleleri söylemeyi alıştırmalıyız. İlim ve çile adamlarına, hayırlı işlere imza atan yöneticilere kıymetini bu dünyada vermeliyiz. Allahımız kullara takva bakımından üstünlük sağlarken, hepimiz eşit yaratılmışken, engelini ön plana çıkarıp, onları faydasız görmek biz insanlara hiç yakışmaz.

Bir beyaz tenli insan karşılaştığı siyah tenli kişiye küçümser bir gözle bakınca, zenci arkadaş şu ibretli sözü kullanır; “Hayrola arkadaş, boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?”