Mevsimlerden kış, aylardan aralık olmasına rağmen, elindeki bastonuna dayanaraktan dışarıya çıkmıştı TevfikEmmi. Gözlerini gezdirirken etrafa, “Hey kurban olduğum Allah’ım!” Zemheride meyveler çiçeğe duracak nerdeyse.”diye mırıldanırken, kendi gibi yaşlı arkadaşlarının toplandığı parkın önüne getirmişti onu ayakları. Öğle namazını bekleyen ihtiyarlar derin bir sohbete dalmış, TevfikEmmi’nin yanlarına yaklaştığını fark etmemişlerdi bile. Önce usulca yaklaşıp bir muziplik yapayım dese de sonra “Bizim gibilere yakışırmı çocukluk etmek?” sözleriyle mini bir öksürme sesi çıkarmıştı. Arkadaşlarının içten, sıcacık karşılamaları TevfikEmmi’ye tarifsiz bir mutluluk kazandırmıştı. Havadan sudan sohbet ediyorlar, karların eskisi gibi bol yağmadığından dem vuruyorlardı. “Birer birer dünyadan çekiliyorlar.” dedi TevfikEmmi. “Biz ihtiyarlar çekiliyoruz, yağmurlar çekiliyor, bembeyaz pamuk gibi karlar çekiliyor, her şeyden önce merhamet çekiliyor.” Bir ah sesi duyuldu derinden, gözler nemlendi, sesler titredi. Hâlinden talebe olduğu anlaşılan bir çocuk koşarak yanlarına geldi. TevfikEmmi müşfik sesiyle “Hayrola evlat, neden soluk soluğasın? Bir sıkıntın mı var?” Çocuk, “Yok Emmi, sadece duanıza talibim”. TevfikEmmi; “Bizim gibilerin duasından ne olur” cümleleriyle çocuğa gülümsedi. “Çocuk hiç olurmu amca sen hiç Somuncu Baba Hazretlerinin menkıbesini okumadınmı? Mübarek fırından çıkan ekmekleri satarken, bayatları kırk paraya, tazeleri 20 kuruşa satıyormuş. Neden böyle yaptığını soranlara, bayatlar tazelerden daha fazla Asr-ı Saadet dönemine yakın diyormuş. Sizler yaşlısınız, dualarınız makbuldür.Ubeydullah-ı Ahrar Hazretleri de bir dua ile evliyalık mertebesine yükselmemişmiydi?” Gencin bu kadar çok şey bilmesine şaşıran TevfikEmmi, “Senin ismin ne yeğenim, bu kadar faydalı bilgiyi bu yaşta nereden öğrendin?” Genç, “İsmim Mustafa, İslam âlimlerinin kitaplarını çok okuyorum, ayrıca ninem ve annem sürekli evde evliyalarımızın menkıbelerinden bahsederler”. TevfikEmmi o zaman Ubeydullah-ı AhrarHazretlerinin menkıbesini de bizlere anlatırsın dedi. “Tabii ki” dedi Mustafa ve anlatmaya başladı:

          “Bir gün annesi tarladan kaldırdığı buğdayları, biriyle Ubeydullah-ı Ahrar’a gönderdi. Ubeydullah-ı Ahrar buğdayları ambara koymakla meşgulken, buğdayları getiren kimse, boş çuvallarını alıp gitti. Nereye gittiği ve hangi yoldan gittiği belli değildi. Ubeydullah-ı Ahrar o anda bu zavallı ve garip kimseden dua almadığına üzüldü. İçine garip bir ızdırap çöktü.

Buğdayı olduğu gibi bırakıp koşarak o kimsenin peşine düştü. Yanına vararak tevazu ile kendisine dua etmesini istedi ve:

          -Beni gönlünüze alın. Hâlime biraz inayet nazarıyla bakın. Belki duanız ve himmetiniz bereketiyle Allahuteala beni bağışlar, merhamet eder de yolum açılır.” dedi.

          Onun yüzüne şaşkın ve hayret dolu ifadelerle bakan zat; “Rabbim gönül gözünü açık eylesin.” diye buyurur. Ubeydullah-ı Ahrar Hazretleri de ismi günden güne anılan kalpleri fetheden evliyalar arasına giriverir.”

          Mustafa,“Ben abdest almalıyım.” diyerek arkasındaki şaşkın bakışları fark etmeden uzaklaşır. TevfikEmmi; “Kim demiş gençlik elden gidiyor diye? Bu çocuk yaman olacak. Dua ile ilgili bugün dinlediğim bir kıssa da ben nakledeyim, sonrada camiye yönelip namazları kılalım diyerek, anlatmaya başladı.

          Yolculukların yürüyerek, atla, eşekle yapıldığı vakitler kibirli, gururlu bir zengin, atı ile yolculuğa çıkmıştı.Yolda eski püskü, yamalı elbiseli garip birini görüp hâline acıdı.
“Bu ıssız ormanda yaya olarak yalnız başına nasıl gidiyorsun, kendine bir zarar gelmesinden korkmuyor musun?” diye sordu.Garip yolcu da,“ Başka çarem yok, gideceğim yere gitmem gerekiyor, Rabbime sığınıp gidiyorum.” dedi.Atlı merhamet edip bu garibi atının terkisine aldı.

          Bir müddet yol aldıktan sonra ıssız bir yerde eşkıyalar tarafından etrafları çevrilir. Garip kimsenin üzerinde işe yarar birşey bulamayınca, haramiler gözlerini zengin kimseye çevirirler. Bu arada garip kimse, beklenmedik bir yol tutarak, eşkıyaların yanında yer alır.“Bu zengin biridir, iyice arayın, bakın üzerinde altın olabilir.” der.Eşkıyalar arayıp bularak atlının altınlarını alırlar. Sonra,-“ Kaftanı kıymetli kumaştandır. Bunu da alın” der.Onu da alırlar. Zengin kimse çok üzülür, iyilik yaptığı adamın bu şekilde davranmasına bir mana veremez. Garip kimse, gömleğini, pantolonunu, çoraplarını almalarını teşvik edip aldırdıktan sonra sıra atlının iç çamaşırına gelir. Aslında eşkıyalar iç çamaşırını almak niyetinde değillerdir. Fakat adam, ısrarla, “ İç çamaşırını da alın, çünkü çok kıymetli bir ipekten dokunmuştur! Çok para eder!” der.Haramiler iç çamaşırını da almak için yönelince zengin kimse gerçek manada çaresizliğini, aczini idrak etmişti. “Artık, ne memleketindeki varlığının ne eşinin, dostunun faydası vardı. Allahuteala’ya sığınmaktan başka çaresi yoktu. Şimdi çırılçıplak kalacak, eşkıyaların karşısında rezil rüsva olacaktı. Bu hâliyle yola nasıl devam edecek, memleketine nasıl girecekti.” Bu hâletiruhiye içinde, zenginliğini, kibrini, gururunu bir tarafa bırakıp, kalbi kırık şekilde Yüce Allah’a sığınıp yardım istedi, “Ya Rabbi! Hâlimi, ancak sen biliyorsun. Beni bu zilletten, ancak sen kurtarırsın. Ya Rabbi! Beni kurtar!” diye dua etti.
Tam bu sırada nal ve silah sesleri duyuldu, başka bir eşkıya gurubu aradıkları rakiplerini buldukları için saldırıya geçmişlerdi. Neye uğradıklarını anlayamayan birinci eşkıya grubu aldıkları eşyaları bıraktıkları gibi, kendilerini müdafaa ve karşı taraftakileri bertaraf etmek için saldırıya geçtiler. İki eşkıya grubu arasındaki kıyasıya çarpışmada çoğu öldü, kalanlar da canlarını zor kurtararak kaçıp gitti.Zengin ile garip başbaşa kaldı. Zengin kimse eşyalarını toplayıp elbiselerini giydi. Garibi bırakıp yola devam etmek üzere iken, merakını yenemeyip sordu, “Yaptığını beğendin mi? Sana iyilik yaptım, atımın terekesine aldım, seni sıkıntıdan kurtardım. Fakat sen eşkıyalardan yana oldun. Beni soymalarına yardım ettin. Bu insanlığa sığar mı?”Garip adam şöyle cevap verdi, “ Önce seni üzdüğüm için özür dilerim. Hakkını helal et! Şunu da unutma ki, çok defa sıkıntılar zirveye çıkmadıkça ve mazlum kimseler canı gönülden Yüce Allah’a sığınmadıkça, imdâd-ı ilâhi yetişmez. Bu eşkıyalar, eşyaları aldıktan sonra bizi de öldürüp gideceklerdi. Bu hâlden ancak bizi imdâd-ı ilâhi kurtarabilirdi. Bunun için de samimi bir şekilde kırık kalple Yüce Allah’a sığınmamız gerekiyordu. Elbiselerini aldıkları zaman, nasıl olsa yenisini alırım, diye üzülmedin. Fakat donuna sıra gelince durum değişecekti... Çaresiz kalıp can-ı gönülden kırık kalple Cenab-ı Hakk’a sığınacağını biliyordum. Bunun için, ben ısrar edip işi bu noktaya getirmek istedim. Neticede istediğim oldu. Çaresizliğin zirveye çıkması ve kırık kalp ile Yüce Allah’a sığınma bir araya gelince, imdâd-ı ilahi yetişti ve kurtulduk. Anladın mı şimdi?” Biraz önce kin ve nefretle bakan zenginin çehresi birden değişti, garipten özür diledi. Hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden yollarına devam ettiler.”

          TevfikEmmikendisini dinleyenlere yönelerek, “Belki bir gönlü kırığın duası hatırına karlar yağar,  kış sıcağı da vücudumuzu terletmez.” dedi.