"Beni Hud Suresi kocattı!" buyurur gökyüzünün öğrencisi, yeryüzünün öğretmeni Hz. Muhammed(sav).

Hud Suresinde ise Yüce Rabbimiz (ra) şöyle buyurur:

Şu hâlde emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”(Hud Sur, 11/112)

Peki bu ayeti her gün okuyan, duvarlarına süslü hatlarla asan, saatlerce vazu nasihat edenlerin hayatlarının neresinde vardır bu ayet. Acaba bunları da rahatsız edip uykularını kaçırıyor mudurTefekküre, tezekküre, teakkule ve tedebbüre sevk ediyor mudur mesela? Yada ne biliyim dün darmadağın bir hayata sahip olanlar bu ayeti okuduktan sonra kendilerine çekidüzen veriyorlar mıdır? Dün kalbinde kardeşine karşı kin, nefret, öfke, buğz ve hasetlik besleyenler bu ayeti okuduktan sonra üzdükleri, kırdıkları, incittikleri kardeşlerinin gönüllerini alıp helallik almayı, onlarla kardeşlik hukukunu yeniden gözden geçirmeyi bilmişler midir acaba?

Allah(cc)’ın, Resulü(sav)’nün ve Kur’an’ın söylediklerini kendi nefsinin önüne geçiremeyenler, ayetlerle değil adetlerle yaşayanlar, Habil’ce değil Kabil’ce davrananlar “Sakın birbirinize hased etmeyin! Küsmeyin, birbirinizden nefret etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Ey Allah'ın kullarıKardeş olun!” diye buyuran Peygamberin sözünü/nasihatini kulak ardı ediyorlar da Hud Suresi. 112. Ayeti duvarlara asıyorlarsa imanlarını yeniden geçirmeleri gerekmez mi?

Rabbimiz Kur’an’ı Kerim de Maide Suresi 2. Ayetinde “Siz ey imana ermiş olanlar! Erdemi ve ilahî sorumluluk bilincini geliştirmede birbirinizle yardımlaşın, kötülüğü ve düşmanlığı artırmada değil; Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun: Ve unutmayın ki Allah'ın intikamı çetindir!” buyurduğu halde hala umursamaz davranmak, keyfi, süfli, nefsi tavırlar sergilemek neyin nesidir acaba?

Tahkiri, tekfiri, tehditi, gıybeti, iftirayı meziyet sayanlar bu ayeti okuduktan sonra hala kendilerine gelmiyor, hala kendi heva ve hevesinin kulu olmaya devam ediyor, hala çok bilmişlik edası sergiliyor, hala kibir abidesi kesiliyorsa imanını gözden geçirsin derim!..

İslam'ın davranış planındaki özü 'dosdoğru olmak'tır!

Îmanda, ilimde, amel-i sâlihte, vicdanda, ahlâkta, adâlette, ticarette, muâmelâtta, kısaca her şeyde.

Beşerî heveslere göre değil, ilâhî hakikate göre doğruluk.

Müslümanın sözü özüyle, dili diniyle, adeti ayetiyle, sureti siretiyle, eylemi söylemiyle doğru orantılı olması gerekmez mi?

Müslüman Harun gibi söyleyip Karun gibi yaşayabilir mi hiç?

Rabbimiz Allah'tır!’ diyen ve ondan sonra (inançlarında) sağlam duranlar ne bir korkuya kapılırlar, ne de üzüntüye!”Ahkaf Sur, 46/13

Daha Kur’an ne desin?
Ebu Leheb ölmedi, Ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” diyor ya Merhum Arif Nihat ASYA.

Ebu Cehil’lerin kıtalar dolaştığı bir dünyada özüyle ve sözüyle adaleti, hak ve hakikati esas alan, Allah'a karşı sorumlu davranan; sözü yerinde ve dosdoğru söyleyen, sözün her türlüsünü dinleyip en güzeline uyan Ebubekir’lerin, Ömer’lerin, Ali’lerin, Harun’ların, Musa’ların, Muhammed’lerin, İbrahim’lerin el ele kola yürüdüğü bir dünya neden mümkün olmasın ki?

Neden ötekleştirelim birbirimizi?

Neden duvarlar örelim aramıza?

Neden kin ve nefret tohumları saçalım birbirimize?

Neden kalp kırıp gönül incitelim ki?

Ah bir bilebilsek ne kadar ulvi bir sorumluluğun altına girdiğimizi.

Ah bir anlayabilsek Merhum Necip Fazıl’ın şu mısralarında ki derinliği;

Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden!”

Selam olsun Kur’an’ın rehberliğinde, Resulullah’ın önderliğinde akıl, vahiy, bilim ve ahlak dörtlüsünün işbirliğiyle hayat sürebilenlere!...