“O kadar yorgunum ve o kadar kızgınım ki bezen çıldıracak gibi oluyorum”. Diyorsun ve devam ediyorsun;

“40 yaşındayım. 21 yaşından beri bir devlet dairesinde çalışıyorum. Eşimle 17 yıllık evliyiz. 15 yaşında bir kızım, 12 yaşımda da bir oğlum var.

Eşim de devlet memuru. Aynı saatlerde evden çıkıyoruz. Aynı saatlerde eve geliyoruz. Çocuklar bizden önce çıkıp bizden önce evde oluyorlar.

Benim evdeki mesaim sabah erkenden başlıyor. Kalkıyorum, çayı koyuyorum. O demlenene kadar akşamdan dağınık bırakılmış yerleri topluyorum. Toplayıp yatıyorum ama yine dağılmış oluyor. Kahvaltıyı hazırlıyorum. Bizimkileri kaldırıyorum. Kaldırmak mesele, hepsinin başına en az 3-4 kere gitmem gerekiyor. Bin bir nazla kalkıp kahvaltılarını yapıyorlar. Çocuklar ağızlarında son lokmalarıyla anca servislerine yetişiyorlar. Eşimin kahvaltıdan sonra işe hazırlanma seremonisi başlıyor. Kendi başına hazırlansa neyse, illa ne giyecekse ben hazırlayacağım, kravatını bile kendisi bağlamıyor.

Yatakları düzelt, pijamaları katla kaldır, dağılan eşyaları topla, kahvaltı sofrasını kaldır, akşam yemeğinin ön hazırlıklarını yap derken kendimi zor hazırlıyorum. Eşim kapıda hadi hadi kafamı ütülüyor. Neymiş işe geç kalıyormuşuz. Bir işin ucundan da ben tutayım demediği gibi senin yüzünden geç kalacağız diye bana çıkışıyor. Sanki keyfime oyalanıyorum…

Benim iş yerim eşimin işyerinin yolunun üzerinde olduğu için beni o bırakıyor. Bir iki kere beni beklemeden gitti, işe geç kaldım. Onun için evdeki işleri koştura koştura kan ter içinde bitiriyorum.

Gün boyu çok yoğun bir tempo ile çalışıyorum. İşim hesap kitap işi olduğu için çok dikkatli olmam gerekiyor. Nasıl gün başlıyor nasıl akşam oluyor anlayamıyorum. İş yerinde arkadaşlar bir araya geliyor yemeklere gidiyor, birbirlerinin masasında veya odasında çay kahve içiyor ama ben tuvalete zor gidiyorum. İşlerim bir türlü yetişmiyor. Müdürüm, canı sağ olsun görevim olmayan işleri bile bazen bana veriyor. Sana güveniyorum, sen dikkatlisini bunu anca sen yaparsın diyor. Tamam takdir edilmek güzel ama bazen kendimi enayi gibi hissediyorum.

Geçen gün arkadaşın biri “ya ben işe dinlenmeye geliyorum. Evde çoluk çocuk ve işlerden başımı alamıyorum, işe gelince bana dinlenme oluyor” dediğini duydum. İçimden öyle bir kızdım ki anlatamam, kızgınlığım hala geçmedi. Onu gördükçe sinir oluyorum.

Öyle böyle derken akşam oluyor mesai bitişi eşimin telefonu ile yola çıkıyorum. Eve geliyoruz.

Çocuklar gelmiş oluyor. Çok acıktıklarını söyleyen sözleri ile kapıda karşılanıyoruz.

Giysilerimi değişip elimi yüzümü yıkar yıkamaz kendimi mutfakta buluyorum. Bir yandan yemekleri pişirip sofrayı hazırlıyorum bir yandan da çocukların akşam dağınıklıklarını topluyorum. Bu arada çocukların kavgalarını ayır, şikayetlerini dinle, eşimin yemek öncesi akşam kahvesini hazırla derken nihayet sofraya oturabiliyoruz. Herkesin yemeğini koy, ekmeklerini böl, sularını doldur derken ben yemeğimi herkes sofradan kalktıktan sonra çayı demlerken yiyebiliyorum.

Çay servisi yap, meyve kuruyemiş hazırla o arada sofrayı topla bulaşıkları makineye koy, bir bakıyorum yatma zamanı yaklaşmış. Çocukların okullarıyla dersleriyle ve daha birçok dertleriyle ilgilenmek de cabası…

Hele hafta sonlarına hiç girmeyeyim. Temizlik, çamaşır, ütü, hepsi beni bekliyor… 

Kendime bakıyorum 7/24 koşturuyorum. Değil eğlenmek- dinlenmek, nefeslenecek zamanım yok. Ben evlenmeden önce annemin evinde de böyleydim, her şeye ben koştururdum. Ömrüm böyle geçti. Ne evde ne işte, bir Allah’ın kulu da demiyor ki şu işin ucundan da ben tutayım…

Evdeyken annem babam, kardeşlerim, işteyken iş arkadaşlarım amirlerim, kendi evimdeyken de eşim çocuklarım hepsi aynı. Herkes her işi benden bekliyor. Kendi yapacaklarını bile bana yüklüyorlar. Ben sesimi çıkarmıyorum ama tavırlarımla belli ediyorum. Fakat tavırlarım kimsenin umurunda olmuyor. Herkes keyfinde ve keyfince, ben sürekli koşturmaca…

Herkese o kadar kızıyorum ki, sinir oluyorum. Öfkeden patlamak üzereyim, çok yorgunum, çok mutsuzum. Böyle daha ne kadar dayanabilirim, bütün olanlara daha ne kadar katlanabilirim, bilmiyorum.

Bazen kendini bu kadar parçalama, bırak ne olursa olsun diyorum ama duramıyorum.

Çünkü tüm bunları ben yapmazsam her şey kalır.”

Pek çok insanın yaşamında bu süreçler üç aşağı beş yukarı benzer şekilde yaşanıyor…

Değerlendirmemi haftaya yapacağım…