Aile Danışmanlığı Yüksek lisansı hocalarımızdan Prof. Dr. Zehra Gölbaşı, sorumlusu olduğu dersi kapsamında, seyretmemiz için bir belgesel film önerdi. Filmle ilgili izlenimlerimizi ve hissettiklerimizi yazmamızı, bir sonraki dersimizde üzerinde konuşacağımızı söyledi. Filmi seyrettik, hissettiklerimizi yazdık ve üzerinde konuştuk.

Bugün sizinle hocamızın önerdiği ‘Benim Çocuğum’ isimli belgeseli seyrettiğimde hissettiklerimi ve kendimde fark ettiklerimi paylaşacağım.

Önce filmden kısaca söz edeyim;

Çocukları LGBTI olan bir grup anne ve babanın hikayelerini seyirciye taşıyan “Benim Çocuğum” belgeseli, Ocak 2013’te tamamlanmış. Yönetmenliğini Can Candan yapmış. 82 dakikalık uzun metraj bir belgesel.

Film, İzleyiciyi İstanbul’da beş eve götürerek, LGBTI olan bireylerin ailelerinin, kendi ebeveynlik deneyimlerini, çocuklarının büyüme ve kendilerine açılma dönemlerini, bu süreçle baş ederken geçtikleri zorlu yolları, kendi aileleriyle bu durumu nasıl paylaştıklarını ve ebeveyn olmanın neler gerektirdiğini yeniden öğrendikleri süreçleri anlatıyor.

 

BENİM ÇOCUĞUM

Evet, çok anlamlı bir film ismi, oğlum ya da kızım değil… Çocuğum!

Seyretmeden önce, filmin adının anlamını kavramamışım meğer…

Bin bir çeşit duyguyu yaşadığım muhteşem bir belgesel.

                O anne babaları izlerken her birinin hissettiklerinin hemen hemen aynı ama verdikleri tepkilerin birbirinden farklı ve kendine özgü olduğunu gördüm. Ben olsaydım ne yapardım diye düşündüm. Çocuklarımızın cinsel yönelimlerinin ne olduğunu düşündüm ve bundan emin değilim onu fark ettim. Heteroseksüel olmadıklarını hayal ettim ve kendimi tanımlayamadığım tatsız bir duygu içinde buldum.  

Yine, anne babaları seyrederken pek çok durumda olduğu gibi ‘benim başıma gelmez’ algısını net olarak fark ettim.  Ve yine bir kere daha gördüm ki, dünyadaki herhangi birinin başına gelen herhangi bir şey herkesin başına gelebilir. Üstelik belgesele konu edilen durum da son derece doğal ve kendiliğinden…

Ve bir kere daha gördüm ki, bu kadar, insanın elinde olmayan ve bu kadar doğal olan bir konu ne kadar normal dışı görülüp ötekileştirilebiliyor.

Ben de kendim olarak eşcinsellik ve transseksualite ile ilgili yeterince ve ciddi olarak kafa yormadığımı fark ettim. Toplumda varlar ama kendi kaplarındalar. Evet sorunları vardır sanırım ama sorunları kendilerinedir. Hatta derste, konuların teorik paylaşımlarında oluşan farkındalığım o an tamam gibiydi ve hiçbir eksiklik hissetmemiştim. Fakat belgeseli seyrettikten sonra hissettiklerim ve fark ettiklerim bambaşkaydı. Bir de yaşayan olsam ne olurdu diye düşündüm.

Duruma, ebeveynlerin anlatımları üzerinden el atmak çok etkili olmuş diye düşünüyorum. Bireylerin kendi anlatımlarını izlediğim bazı televizyon programları olmuştu. Ya da haberlere konu olduğunda seyretmiştim. Ama şimdi işin içine anne babalar girince daha farklı bir algı içinde oldum. Bunun üzerine onların kendi hayat hikayelerini kendi ağızlarından öğrenmek çok daha anlamlı oldu.

Haberlerde ya da bazı film ve dizilerde izlediğim sahnelerde hissettiklerimin ve fark ettiklerimin ne kadar eksik kalmış olduğunu anladım.

                Var olma çabaları, çırpınışları hepsinden önemlisi çaresizlikleri içimi sızlattı. Kendimi normal kabul etmelerime kızdım. Kime göre neye göre????

Sadece cinsel yönelim ya da cinsel kimlikle ilgili değil çocukların her bir farklı tarafının ayrı bir renk ve zenginlik olduğunu yeniden yaşadım. Tabi sadece çocukların değil her bir insan ve her bir diğer canlının, bakmasını bilince ne muhteşem bir zenginlik oluşturabileceğini tekrar çok somut bir şekilde fark ettim.

Dünya hatta evren o kadar büyük ki herkese yer var. Ama neden kendimizden ayrı olanlara evreni dar ediyoruz diye bir kere daha düşündüm. Yeni bir farkındalıkla ve yeni bir bakış açısı ile adeta yenilendim.

‘Anneyiz yanınızdayız, İyi ki sizi doğurduk’ sloganları artık gözyaşlarına boğulduğum sahne oldu. O kadar duygulandım ki epey bir süre kendime gelemedim.

Ben seyrettim zenginleştim ve bambaşka bakış açıları oluşturdum.