Hapishane hatıralarımı anlattığım seri yazımı burada bitirmek istiyorum. Aslında yazılacak, anlatılacak daha çok şey var ama kendi geçmişimizle geleceği meşgul etmek istemiyorum. Bu hatıraları yazmamı Rahmetli Başkan, Muhsin Yazıcıoğlu istemişti. Birinci olarak onun istediğini yerine getirmek için; İkinci olarak da otuz sene önce çekilen bu çile ve acılardan bugün kırk yaşının altındakiler haberdar olmadığından dolayı; Onları yakın geçmişlerinden haberdar etmek maksadı ile yazdım. “Geçmişinden haberi olmayan, geleceğini göremez” özlü sözünün mucibince dilerim ki yaşanılan bu acıları öğrenenler, daha büyük acılara kapı açacak olan İhtilal-Darbe özlemi çekenlere müsaade etmezler.

Cezaevinde yatanın halinden ancak Orada yatan anlar. İşkencenin ne demek olduğunu, işkence gören bilir. İdamla yargılanmanın sıkıntısını, stresini, idamlara devam edildiği O, günlerde yüzlerce mahkemeye çıkan ve her çıktığı mahkemede “idam cezası verirlerse, asarlarsa” endişesini taşıyan, korkusunu yaşayan hisseder.

On iki Eylül darbesinden sonra milyonlarca insan hakkında dava açıldı. Yüz binler ceza aldı. Yüzlerce kişi idamla yargılandı. Yüzlercesi müebbet aldı, bir O, kadarı idamla cezalandırıldı. Sağdan ve soldan onlarca insan idam edildi.

Koca Türkiye bir baştan, diğer başa açık Cezaevine çevrildi. Suçluların siyasi görüşlerine göre mahkemeler oluşturuldu. Sağcıları, Milliyetçileri yargılamak için sol tandanslı mahkemeler oluşturuldu. Solcuları yargılamak için sağcı heyet bulamayanlar rast gele oluşturuldu. Bu mahkemelerde Yaralamadan yargılanan sağcı ise idamla, solcu ise beş sene ile yargılandı ve ona göre de ceza aldı.

Yargılamaların ne kadar adaletli olduğu anlatmak için iki tane örnek vermek istiyorum. Artvin’in bir kazasından, Gümrükte ki arabaları talan etmekten, gümrük Müdürü dâhil yirmi beş kişi getirildi. Bu ekip, O, günlerde Türkiye’nin en büyük kaçakçıları diye Hürriyet Gazetesinde haklarında bir hafta yayın yapıldı. Başlarında ki Fethiyeli gümrük müdürü “Ben suçluyum, ihtiyacım olmadığı halde bu işleri yapmamalıydım” derdi. Bunların hakkında onar sene ceza istenmesine rağmen, üç ay sonra rüşveti veren tahliye oldu. İçlerinden birinin dindarlığı tuttu. O, bir türlü ailesinin rüşvet vererek kendisini kurtarmalarına razı olmadığı için fazladan iki ay daha yattı. Nihayet ailesi, ona haber vermeden rüşveti verdilerde oda tahliye oldu.

İkinci olay ise Ege de cereyan etti. İdamla yargılanan beş tane solcunun babaları, seri numaralarını aldıkları üç milyarlık banko notları, bir benzinlikte mahkeme başkanına verirken: ihbar ettikleri Polislerin baskınına uğruyorlar ve eski Adalet Bakanının kardeşi olan Hâkim Yüzbaşı cürmü meşuttan hapsi boyluyor. Tabi bu haber Türkiye de Televizyondan ve Radyolardan verilemediği için gece yirmi üçte yayınlanan B.B.C. haberlerinde dinliyoruz.

Bu tür olaylar, O, günlerde vakayı adiyeden sayıldığı için bu iki misalle bitireyim. Cezaevi hatıralarını anlattığım bu bahsi, yine O, günlerin anıları ile devam edelim.

Hapishane de en çok dillendirilen cümle; Her el kaldırışta yapılan dua şüphesiz “Allah kurtarsın” sözüdür. Bu cümle mahkeme gününün bir evvelki gecesinde yapılan moral gecesinde daha çok tekrar edilir. Mahkemesi olanların çıkacakları ümidi ile önceki Akşam moral gecesi yapılır. Pastalar alınır, çaylar demlenir ve çayların bitiminde “Allah kurtarsın” diyen elindeki çay bardağını betona vurarak kırar. Bu yanlış anlayış uğur sayıldığı için devam eder, gider. Tabi O, arada sazı olan eline alır, sözü olanda ne biliyorsa dile getirir ve bu şenlik sabahlara kadar devam eder.

İşte bizde birkaç arkadaşımla böyle bir moral gecesinin arkasında Yargıtay’dan gelen mutlu bir haberle; Erzurum’unun Şubat soğuğunun yaşandığı bir Akşam tahliye olarak hürriyetimize kavuştuk. Suçsuz olmamıza rağmen, idamla yargılandığımız için, dört sene Cezaevinde yatarak çıkmamız yinede bizi çok sevindirdi.

Konu ile ilgili yazımı bitirirken beraber yattıklarımızdan ahiret-e irtihal eden arkadaşlarımızın bir kısmının ismini yazarak ve onlara rahmet okuyarak son vermek istiyorum.

Tanışmakla şerefyap olduğum, tanıştıktan sonrada ölene kadar da peşinden ayrılmadığım, Ebedi Başkan Muhsin Yazıcı oğlu kısa dönemde olsa Cezaevi arkadaşımız oldu. İktidara ortak olduğu zamanlarda M.H. P Sivas il Başkanlığı yapan Merhum Mustafa Kartalcı’ da Üç sene yan-yana yattığım arkadaşımdı. Yakın dostum kasap Hacı Dursun, Öğretmen Faruk Kaya, Galip Döşkaya, Hikmet Karaçam da bizden evvel giden kardeşlerimizdir. Mevlam rahmet eyleye.

Bize göre yaşlı oldukları için Ağabey dediğimiz, yıllarca Kale Parkını işleten Rıfat Abi, Rahmi Karıksız, Muhittin cıla ağabeyler; Bana her zaman amca diye hitap eden Maliyeci kardeşim Rıfat; Memurlar derneğinden Ömer Soğancıoğlu, Polislikten Demiryollarına geçen Ünal Demir; Çavuş başından Erhan Ekiz, Ahmet Güneş ve Tekelci kardeşim Cafer hepsi Rahmeti Rahmana kavuşan kardeşlerimdir.

Aynı mahallede komşu iken aynı suçtan beraber Cezaevine düştüğümüz komşularım, Kara Mehmet (Âşık) Alahacılı, Ahmet, Hüseyin, H. Keklik, Kazim, Osman ve Hanımı ile beraber Hapiste yatan Kadir Emmiler ve kendi köylüm parmaksız Recep- de gerçek âleme göçtüler.