Olaylardan birkaç gün önce bir gelişme yaşandı. Şöyle ki: Ben o zamanlar Demiryolların da memur olarak çalışıyordum, geceleri de akşam lisesine gidiyordum. Gece saat on da veya on birde eve geliyordum. Böyle yoğun mesai içindeyken, mahalleliler Ali baba mahallesinin çukur tarla mevkiine Ülkü Ocağının şubesini açmamızı ve benimde başkan olmamı istediler. Mahalleli, solcu gençlerin şerrinden korunmak için o günlerde “Kızıl komünistlerin” karşısında vatanı müdafaa eden ve gerçek bir güç haline gelen Ülkücülerden destek almak istiyorlardı. Gerçi o günlerde ben Ülkücülük, Milliyetçilik nedir pek bilmezdim. Yetmiş üç seçimlerinde büyük bir aşkla Erbakan Hocanın M.S.P sini desteklemiştim, hatta daha önce Hocanın Sivas’a ilk gelmesinde mahalle camisine yeni aldığımız anfi ve hoparlörü götürerek Hocanın konuşmasını sağlamıştım. Fakat yetmiş dört senesinde sola destek vererek onlarla hükümet kurmasını ve Ecevit’i başbakan yapmasını hiç kabullenememiştim. Hocanın yanlışlarını tespitte, o zamanlar Müslüman camianın fikrine-zikrine çok itibar ettiği merhum Üstad N. Fazıl Kısakürek’in tesirleri büyüktü. Yetmiş dört senesinde ki Ecevit, Erbakan iktidarından sonra milliyetçi cephe hükümetleri kuruldu, bizde yerine göre her üç partiyi de destekler olduk.

       İşte bu görüş ve kanatlarda iken, Ecevit’in Adalet Partisinden arakladığı milletvekilleri ile sol hükümet kuruldu ve günde sağdan, soldan on-on beş genç ölerek yetmiş sekiz Ramazanının sonuna yaklaştık. O hengâmeli günlerde mahallemizden iki tane ülkücü arkadaş Ankara’ya gidiyor ve benim adıma Ali baba mahallesine Ülkü ocağı kitaplığı açmak için müsaade alıp geliyorlar. Ben her ne kadar “Zamanım yok, başkasını bulun” diye itiraz etsem de Ramazan Bayramından sonra değiştiririz, şimdilik sen açılışını yap” diyorlar, böylece görev üstümüze kalmış oluyor.

        Ali baba mahallesi, çukur tarla caminin karşısından bir dükkân kiralıyoruz, içine birkaç masa, sandalye, çay ocağı ve birkaç tane milliyetçi düşünceyi anlatan kitap koyuyoruz, gerekli yerlerden resmi müsaadeyi alıyoruz ve böylece Ocağı açmış oluyoruz. Bundan sonra adımız artık “Ülkü Ocağı kitaplık başkanı oluyor.” Böylece Arife gününe ulaştık, yanıma mahalleden bir genç alarak ocağımıza Bayramda ikram etmek için şeker, kolonya ve saire almaya çarşıya gidiyoruz. Çarşıdan ihtiyaçlarımızı alıp geri dönerken eskiden “Hacı Murat” diye tabir edilen bir taksiye biniyoruz, Amerikalıların yaptığı Kolej binasının altına geldiğimizde mahallede olağan üstü bir durumun olduğunu anlıyoruz.

        Ali baba mahallesinin “Çukur tarla” mevkii, o zamanlar mahallenin son kısmını oluşturuyor. Ondan sonra evler yok, tarlalar var. Çukur tarla mevkiinin tamamı gecekondudan oluşuyor. O mevki de oturanların çoğunluğu Sünni, bir kısmı ise alevi vatandaşlardan oluşuyordu. Mahallenin bu kesiminde ikamet edenlerin hepsi, Sivas’ın kuzey tarafına düşen Adıs, Olukman, Alahacı, Kurtlapa, Yıldız, Ovacık ve diğer yakın köylerden göçmüş gelmişler, hemen-hemen % 90 işsiz, geçimlerini hamallıkla veya ameliyelik ile sağlayan fakir köylüler. Çukur tarla kesimine ilk yerleşenlerden birisi de bizim aile. Komşularımızın katkıları ile tam merkezine küçük bir cami yaptırıyoruz. Herkes kendi yağı ile kavruluyor, Komşular birbirinden memnun, alevi komşularımızdan hiçbir rahatsızlığımız yok. O günlerde tek derdimiz “Nefesini ensemizde hissettiğimiz terör” başka derdimiz yok.

     İşte yetmiş sekiz yılının Ramazan Arifesinde çarşıdan ihtiyaçlarımızı görüp “Çukur tarlaya” dönüğümüzde mahallenin girişinde üç tane Polisin beklediğini görüyoruz. Yanlarına yaklaşıp ne olduğunu soruyoruz. Cevaben polisler bize diyorlar ki, “ Sabah dokuz sıralarında Alahacı’lı bir ailenin çocuğunu aleviler dövmüşler, dövülen çocuğun anne, babası oraya gelerek “niye çocuğumuzu dövüyorsunuz?” diye müdahale ediyorlar. Onlarda hastanelik olana kadar dövülüyor, başları yarılıyor, kan revan içinde tedaviye götürülüyorlar.” Polisler olay büyümesin diye tedbir aldık diyorlar.

       Yanımda beraber çarşıya gittiğim arkadaş olduğu halde Çukur tarla camiinin yanına varıyoruz. Mahallemiz sakinlerinden birkaç tane ihtiyar ve gencin oraya toplandığını ve “Ne olacak bu işin sonu, bugün onların başına gelen yarın bizim başımıza gelecek” diye şikâyette bulunuyorlardı. Ben topluluğun feveranına müdahale ederek “Sakin olmalarını, evlerine gitmelerini ve evlerinden çıkmamalarını, toplu bir harekete katılmamalarını” tavsiye ediyorum. Yanıma iki tane yetişkin insan alıp mahallemizi emniyete almak için karakoldan yardım istemeye gidiyoruz.

        Karakola yardım istemeye giderken Alahacı’lı bir hacı amcaya daha rastlıyoruz. Onu da yanımıza alarak Karakolun bulunduğu pirkinik caddesine iniyoruz. Birde bakıyoruz ki çevremizde ki alevi evlerinden silahını kapan yukarı tarafa, Kolej mevkiine doğru koşuyorlar. Böylece iki gün sürecek ve birçok insanın öldüğü, çok sayıda vatandaşın yaralandığı birinci Sivas olayları başlamış oluyor.