3 Eylül Ramazan’ın Arefe gününde başlayan olaylar, o gün bitmemiş, Bayram günü de şiddetlenerek devam etmiştir. Öyle ki, Kolej mevkiinden hazırlanıp, Çukur tarla da bulunan Sünni kesime silahlarla saldıran kalabalığa, aynı şekilde bir yüzbaşı karşılık vermese imiş tam bir katliam olacakmış. Yine aynı gün içinde otomatik makineli silah da olan, bir araba dolusu silahla yakalanan eski C.H.P il başkanı Avukat Murat Genç ve arkadaşları, eğer yakalanmamış olsalardı, netice ne olurdu Allah bilir.

İşte dokuz tane Sünni vatandaşın öldüğü, yüz tane Sünni vatandaşın silahla yaralandığı bu olayların mahkemesi on sene sürdü, netice olarak otomatik silahlarla yakalanan Murat genç ve dört arkadaşı ceza aldılar fakat yurt dışına kaçtılar, ceza evinde yatmaktan kurtuldular. Buna karşılık, olayların en yoğun anında linç edilerek öldürülen bir tane alevi vatandaşa karşılık sekiz tane Sünni komşusu suçlanmış sekizi de idamla yargılanmış ve idam ile cezalandırılmışlardır.

Peki, kimdi o linç edilen alevi vatandaş? Sivas’a Yıldızeli’nin Yağlı dere köyünden göçmüşler ve bizim evin yanından bir gece kondu almışlardı. Bunlar iki fakir kardeşti. O günlerde kardeşlerden biri askerde idi. Karınlarını doyuracak ekmeğe muhtaç bir aile idi. Bu aile aynı zamanda Sıraç (Aleviliğin bir kolu) olduğundan diğer aleviler tarafından hor görülürlerdi. Onlara daha çok biz sahip çıkardık. On iki gün oruç tutarlar, hiç su içmezlerdi. Sadece ayran içerlerdi. Fakat çok fakir oldukları için ayranda alamazlardı. Annemler akşamları bir tas ayran götürürse bayram ederlerdi. İşte böyle bir ailenin reisini boş bırakmamışlar, sana lazım olur diye bir tüfek vermişlerdi. Olayların çıkıp mahallemizden iki kadının öldüğünü ve sekiz tanesinin yaralandığını duyan bu fakir alevi komşumuz, “Gün bu gün, saat bu saattir” deyip eline silahını alıp Sünnilerin yoğun olduğu yerde sokağa çıkıyor ve rastgele ateş etmeye başlıyor. Mahallenin gençleri bu şahsı taşla yaralayarak düşürüyorlar, silahını alıp kırıyorlar ve döverek ölümüne sebebiyet veriyorlar. Öldüğü yerde bulunan bir inşaatın kumunun içine saklıyorlar. Ertesi gün, yani Bayram günü mahalleye dağılan askerler ölen bu vatandaşı buluyor ve hanımını çağırıp kocan nerde diye soruyorlar. Ölen şahsın hanımı da “Kocam dün öğle vakti silahını aldı çıktı” diye cevap veriyor. Buldukları ölüyü gösterince “Kocam bu” diye feryat ediyor. Bir gün sonra bu kadına akıl veriliyor, böyle ifade verirsen kimse ceza almaz, sen mahallede kimi tanıyorsan onların ismini yazdır ve “Bunlar kocamı evimden zorla çıkardılar, gözümün önünde öldürdüler” diye ifade ver diyorlar. Böylece ifadesini değiştiren bu kadın komşularından altmış beş yaşında bir ihtiyarı, yine günlük insülin kullanan ileri derecede bir şeker hastasını, sağ tarafından felçli bir komşusu ile onun kardeşini ve duvar komşusu bir kadın ile onun akli dengesi özürlü kocasını ihbar ediyor. Bu bir ölüye karşılık, yanlış ihbarlarla içeri atılan bu insanlardan iki tanesi akli melekesini tamamen kayıp ediyorlar, bunlardan bir tanesi içerde intihar ederek ölüyor, diğer şeker hastası olanda önce şeker komasına girerek gözlerini kaybediyor ve iki sene çok acı çekerek oda içerde vefat ediyor. Ceza alan sekiz kişide altısı ise tam on beş sene cezaevin de yatarak tahliye oluyorlar. Bu sekiz kişinin yaşadıklarını yazsam bir kitaba sığdıramam.

Yine biz dönelim olay sonrası hastane günlerimize: Sağ tarafımda yatan bir yaralı var, sağ gözüne bir kurşun isabet etmiş, “Nasıl oldu” diye soruyorum, şöyle anlatıyor. “Ben sağlık müdürlüğünde şoför olarak çalışmaktayım. İki tane hanımım, sekiz tane çocuğum var. Geçinemediğim için boş zamanlarımda taksicilik yapıyorum. Olay günü de kızılca köyüne yolcu götürmüştüm, oradan geliyordum. Ali baba karakoluna yüz metre kalana kadar gelmiştim, birde baktım ki yola barikat kurmuşlar. Çarşıya nerden giderim diye düşünürken birde silahlar patladı ve beni gözümden vurdular. Ben arabayı durdurup, kendimi dışarı attım, sürünerek karakol tarafına gitmeye çalışıyordum. Polisler beni görüyorlardı, imdat diye bağırıyordum, fakat gelen olmuyordu. Bir an sağlam gözümle geri baktım ki, benim arabayı ters çevirmişler ve ateşe vermişler.” İsmi aklımda Ayhan olarak kalan bu kişiyi o günden sonra hiç görmedim. Öldü mü, yaşıyor mu? Bilmiyorum.

Hastane yaralılarla dolu olduğu için doktorlar kiminle ilgileneceklerini bilemez hale gelmişlerdi. Numune Hastanesinin başhekimi Ahmet Sarıönder ortada dolaşıyor, başka da doktor görünmüyordu. Vurulan bacağım şişmişti, üzerine bir şey giyemiyordum, kurşun içeride kalmıştı. Sağlık memuru olarak çalışan bir Kadir amca vardı. Ona kurşunu çıkarması için rica ettim. “Çıkarırım ama canın yanar” dedi. Bende tahammül ederim deyince, kovboy filmlerinde ki gibi ağzıma ısır diye bir lastik verdi, ucu sivri bir bıçağı da ateşte kızdırarak getirdi ve kurşunun bulunduğu yeri oyarak çekirdeği çıkardı.

Bu arada, bizi mahalleden yaralı olarak getirirken vurulan polis, kendini vuran bekçiyi yakalamış, birkaç kişi ile beraber getirmiş ve bize teşhis yaptırarak, tutuklanmasını sağlamıştı. Kendini vuran bekçiyi kendi yakalayıp tutuklatan polis mahkeme aşamasında ifadesini her ne sebeple ise geri almış, bizde olaya şahit olduğumuz için bizim doğru ifadeler yanlış konuma düşmüş, birde bekçiye iftiradan yargılanmıştık.