Bıraktığımız yerden devam edelim: 1978 senesinin, Eylül ayının üçü, arife günün de cereyan eden, meşhur birinci Sivas olaylarını anlatıyorduk. Sabah erkenden Aleviler tarafından Ala hacı’lı birinin çocuğu dövülmüş, sonrada kendileri dövülerek hastanelik edilmişti. Çukur tarla caminin yanına toplanan komşuları teskin edip, yanıma aldığım bir hacı emmi ve bir de genç arkadaş ile Ali baba kara kolundan mahallemize yardım istemeye giderken Pirkinik yoluna inmiştik ki, yukardan, Kolej mevkiinden silah sesleri gelmeye başladı. Bizim bulunduğumuz yolda evi olanlarda silahını kapan kolej’e doğru koşuyorlardı.

       Baktık ki, bizim karakola gitmemizin ve yardım istememizin anlamı kalmadı. Çünkü olaylar başladığı için zaten polisler aynı yere geleceklerdi. Bizde kendimizi ve ailemizi korumak için evimiz istikametine gitmeye başladık. Birde baktım ki elli metre geriden eli silahlı birisi bana doğru koşuyor ve bana ateş ediyor. Kendimi korumak için askerde öğretildiği gibi koşarken yolda (S) yapmaya başladım. Ben sağ tarafa bir sokağa sapınca arkama baktım ki, o şahıs beni takip etmeyi bırakmış o da olayların devam ettiği kolej istikametine gitmişti.

          Olayların cereyan ettiği yerin yakınına kadar geldim, birde baktım ki, çukur tarla mevkiinde oturan Sünni kesimden on beş yirmi kadar kadınlı-erkekli bir gurup ellerinde taşlarla “Allah-Allah” diyerek kolej tarafına koşuyorlar. O tarafta da eli silahlı hazır bekleyen solcular gelenlerin üzerine yağmur gibi kurşun yağdırıyorlar. Ben oraya gelene kadar biri elli beş diğeri yirmi yedi yaşlarında iki tane kadın vurularak öldürülmüş, beş kişi de silahla yaralanmıştı. “Geri gelin sizde vurulacaksınız diye sesleniyordum ki, sol bacağımın oyluk kısmına bir kurşun isabet etti. Önce sanki taş değdi sandım, sonra baktım ki kan akıyor, o zaman anladım ki bende vurulmuşum. Yakında ki bir eve girdim, orada bir gelin vardı. Kanayan bacağımı sarmak için o kadından bir örtü veya bez istedim, vermedi. Meğer orası da bir alevi vatandaşın eviymiş. Biraz sonra yaralanan komşulardan birisinin abisi bir taksi getirmişti. O zamanların meşhur arabalarından “Hacı Murat’a” Şoför hariç üçü yaralı, ikisi sağlam beş kişi bindik ve çarşıya doğru yol aldık. Fakat gideceğimiz yol yine solcu teröristlerin oturduğu alevi semtinden geçiyordu. Bizi hastaneye götüren arabanın içinde ön tarafta oturan birde polis vardı. Tam kolej’in alt kısmına gelmiştik ki iki tarafımızdan da üzerimize ateş edilmeye başlandı. Ne geriye dönmeye, nede sağa-sola kaçmaya imkânımız yoktu. Başımızı ellerimizin arasına alarak ve kelime’i Şahadet getirerek ilerliyorduk. Birden önde oturan polisin sesi duyuldu. “Vuruldum, beni de vurdular. Bakın sağ tarafta bekçi ateş ediyor, beni de o vurdu, şahit olun” diyordu. Bu şekilde Alibaba karakolunun önüne vardık ve arabadan indik ki ne görelim, arabanın her tarafı kurşunlarla delinmiş, arka camın içinde en az on tane çekirdek var. Yani Yüce Mevla bizleri korumuş ve ecelimiz yetmemiş, bizde öylece kurtulmuşuz.

Alibaba karakolunun önünden bizleri başka arabaya bindirdiler, hastaneye gidiyoruz. Arabanın yan camını açtım, kepenek caddesinden, Yalçın sinemasının önünden geçerken bağırıyorum. “Alibaba da olaylar var, milleti öldürüyorlar, yetişin” diye feryat ediyorum. Numune Hastanesine varıyoruz, henüz öğlenin on ikisi, bizi yatırıp birer tane tatanoz iğnesi yapıyorlar, film çekmek için sedyelerle aşağı indiriyorlar, birden bire hastanenin kapıları arkasına kadar açılıyor ve birisi “sedyeleri boşaltın, ne kadar çalışan varsa hepsi buraya gelsin, çok ölü ve çok yaralı var” diyor. Getirilen yaralılarla hastanenin bütün odaları doluyor, yer kalmayınca Sigorta ve Demiryolu hastanesine gönderiliyor. Ölüler ise morgları dolduruyor.

        O gün olaylar çukur tarla mevkii ile Kolej civarında başlıyor. Çukur tarla halkından iki kadının ölmesi ve birçok insanın silahla yaralanması ile devam ediyor. Olayların daha büyümesini ve istenilen neticenin elde edilmesini isteyen solcu teröristler, Ali baba mahallesine her hafta kurulan bölge pazarına saldırıyorlar, rast gele ateş ediyorlar, birçok insan da orada yaralanıyor. Sonra olaylar Sivas’ın tümüne sirayet ediyor. Dede balı mahallesinde, Çavuşbaşında, Altuntabak mahallesinde, Tuzlugölde ve Sivas’ın merkezinde ölümler ve çok sayıda yaralanmalar oluyor. Birçok mahallede yangınlar çıkıyor. Bizler olup biteni Numune hastanesinin penceresinden seyrediyoruz, gelen yaralılardan bilgiler alıyoruz. Olaylar Arife günü ile kalmıyor Bayram günü yine devan ediyor. Alevilerle, Sünniler arasına deva bulunmaz bir dert açılmış oluyor. Sünniler saldıran, zalim gurup, Aleviler ise saldırılan, hakları gasp edilen, mağdur ve mazlum bir gurup olarak lanse ediliyor. Zamanın içişleri Bakanı İrfan Özaydınlı aynı günün akşamı hastaneye geliyor, benimle konuşuyor, olayların nasıl çıktığını anlatıyorum, fakat akşam haberlerinde bizim anlattıklarımız verilmiyor, Kolej’den bir alevi kadın konuşturularak nasıl mağdur oldukları anlattırılıyor.

          Hâlbuki olayların sonunda görülüyor ki on bir kişi ölmüş, ölenlerin ikisi Alevi vatandaşı, sonradan anlaşılıyor ki birini de kaza ile kendileri arkasından ateş ederek öldürmüşler. Ölenlerin dokuz tanesi ise Sünni vatandaş. Yaralananların ise yüz tanesi silahla yaralanmış. Bunların tamamı Sünni idi. Birkaç tane darp yaralısı ise Alevilerden idi. Aynı milletin evlatları, aynı dinin mensupları ve aynı yurdun vatandaşları olan ve asırlardır bu topraklarda yaşamış, kaderde ve kıvançta bir olmuş bu insanlar, böyle birbirine düşürüldü, husumet tohumları böyle ekildi. Günümüzün insanı hala o ekilen acı tohumların meyvesini yemeye devam ediyor.